hayvan dostlarimiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayvan dostlarimiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Mayıs 2010 Pazartesi

İstanbul Günleri 4 (Bitti! Nihayet!)

Nihayet Dolphinarium’a sıra gelebildi. Yazacak fazla bir şey yok aslında. İlk sırada izlediğimiz beyaz balina hem şarkı söyleyip hem de resim yapan süper bir yetenek:) Ardından çıkan mors ise gerçek bir komedyen, üstelik biraz da utangaç. Son olarak sahne alan yunuslar ise hızları ve sevimlilikleriyle baş döndürüyorlar.
Selin beyaz balina şarkı söylerken, resim yaparken çok ama çok şaşırdı. Bir de o koca gövdesinden beklenmeyen bir kıvraklıkla sıçrayıp havada asılı duran topu alınca resmen ağzı açık kaldı.
Bakıcısıyla tango yapan morstan acayip derecede korktu çünkü en ön sırada oturuyorken tam önümüzde foşşş diye sular sıçratarak havuzdan çıktı ve baştan aşağıya ikimizi de tabiri caizse donumuza kadar ıslattı. Bir de uzaktan bile iriliğinden ürktüğü hayvanı gerçek cüssesiyle ve bütün haşmetiyle karşısında görünce bastı yaygarayı tabii. Neyse ki utangaç mors ne kadar utandığını göstermek üzere gözlerini kapatıp şirinlik yapınca sakinleşti. Üzerine bir de karşılıklı el sallaşıp birbirlerine bay bay yapınca Selin gülmeye başladı.
Biz Selin’in üstünü değiştirirken yunuslar gösterilerine başladılar. Kaçırıyorum diye midir nedir bilemedim mızıldamaya başladı. Yunusları takip edememekten çok rahatsız oldu. Bir de atlayıp sıçrıyorlar filan. Yine korktu, sonra yunusların hızlarına alıştı ve seyretmesi çok eğlenceli geldi. Gösteri bitti, bu sefer de bitti diye mızıldadı.
Yunus terapilerinin otizm, down sendromu, beyin travması, nevrotik bozukluklar, gecikmiş konuşma bozuklukları, depresyonlar, kronik yorgunluk gibi birçok rahatsızlığa iyi geldiğine dair haberler okumuştum. Gösteriye gittiğimizde seyircilerin neredeyse %80’inin engelli çocuklar ve aileleri olduğunu görünce de şaşırmadım. Gösteriye en çok tedavi merkezleri ve okullar ilgi gösteriyormuş. Dolphinarium’un da özel fiyat tarifeleri ve tedavi programları var. Diğer yandan bu tarz terapi çalışmalarına çevreci örgütler çok ciddi tepkiler veriyor ve yunuslar üzerinden bu yolla para kazanılmasına karşı çıkıyorlar. Yunusların özgürlüklerine kavuşturulması için ciddi kampanyalar yürütenler de var. Keşke yunusların bu konuda ne düşündüklerini öğrenebilme şansımız olsaydı...
Gelelim bu gösteriden sonra hayatımızın nasıl değiştiğine...Bir defa tanıdık tanımadık herkese Selin tarafından sırayla beyaz balinanın şarkısı söylendi, morsun bizi nasıl foşş diye ıslattığı ve bundan utanması taklit edildi ve yunuslar “bi buudan bi buudan hoop hoop uçtu” diye uzuuun uzun anlatıldı. Selin o günden beri her gün anlatmaya devam ediyor. Kısacası Selin başta yunuslara deli divane olmak üzere beyaz balina ve morsa aşık oldu. Artık her masalda bu hayvanlar olmak zorunda:) Yunuslu bir şey gördüğü anda transa geçerek kendince gösteriyi anlatmaya başlıyor. Bu bir kitapsa bana ezberletene kadar okutuyor.
Yukarıdaki fotoğraf, şoför koltuğundan kalkmadan, kollarımı pencereden uzatıp ne çektiğimi görmeden körlemesine çektiğim bir fotoğraf. Dolphinarium’dan önce uğrayıp işyerinden aldığımız Gülannelerinin caddenin karşısında ofisinden çıkışını gördüklerindeki sevinç ve şaşkınlıkları şahaneydi:)

Ve... Nihayet İstanbul Günleri bitti!

Not: Ya bir de yazacak çok şey olsaydı...:)

23 Ocak 2010 Cumartesi

2009 Yılının Özeti

Yeni yıla, vakitsizlikten iki satır yazamadığım için zamanında bahsedemediğim buluşmaları, faaliyetleri ve bizde en çok iz bırakan olayları anlatarak, kısacası geçen yılın bir özetini yaparak başlayayım istedim, geciktim.
İlk olarak Yeşil Vadi’deki buluşmayla başlıyorum. Taa Haziran ayında bir cumartesi günü Burcu’nun önerisiyle Yeşil Vadi’ye gittik. Oraya vardığımızda Arda pusetinde etrafı inceliyordu. Meleğimle karşılaşınca ikisi de pek bir memnun oldular. Arda’yla Meleğim ilk tanıştıkları günden beri pek bir anlaşırlar zaten. Emre Jr. her zamanki gibi enerji küpü, Sibel’ciğim de sabırlı ve eğlenceli anne haliyle çok keyifliydi. Onların hemen ardından da yeni tanıştığımız Ayça ve maviş oğlu Demir geldi.
Bir gece önce aniden emeklemekten vazgeçerek ayağa kalkıp salonu bir boydan bir boya arşınlayan kızım önde ben arkada Yeşil Vadi’de ayak basılmadık yer bırakmadık. Bilhassa şırıl şırıl suların aktığı kanala benzer şeyin içindeki balıkları ve oyun parkında kaydıraktan kayanları seyrederken attığı kahkahaları duymak çok eğlenceliydi. Neredeyse bütün masalara gidip tatlı tatlı gülümsedi. Son olarak Yeşil Vadi’nin kalabalık bir anneler ve bebişleri grubu olarak gitmeye uygun bir yer olmadığını belirteyim.
Babalar Gününde yine arkadaşlarımızla birlikte Meşhur İskender’e brunch’a gittik. Çeşit bol fakat sanırım kalabalıktan dolayı servis biraz yavaştı. Arkadaşlarımızla epeydir görüşemediğimiz için hepimize iyi geldi. Güzel bir gün geçirdik. Kızım o gün LCW’den özel olarak aldığım üzerinde ‘Canım Babam’ yazan t-shirt’üyle pek bir şirindi.
Pakize’yle sabah sohbeti üzerine yazılacak bir şey yok, fotoğraf anlatıyor zaten. Kendi aralarında bir iletişim dili geliştirdiler ve gayet güzel anlaşıyorlar hatta Selin kedilerin nasıl sevileceğini o kadar iyi öğrendi ki eve gelen herkese bir kaç kere gösteriyor:)
Hayatımdaki en samimi üç arkadaşımı sorsalar biri Emel’dir, derim. Öyle çocukluğa dayanan bir eskiliği yok dostluğumuzun ama birbirimizi yirmilerin sonu otuzların başında bulmuş olmamızdan herhalde, çok sağlam ve pek nadide. Canım arkadaşımın biriciği, Yunus Ali’yle yaptığımız zeka pırıltıları saçan sohbetleri de ayrıca yazmam gerek.
Nihayet belli aralıklarla sabah git, toplantıya katıl, akşam dön şeklinde Ankara’ya yaptığı bir günlük seyahatlerinden birinde bir punduna getirdik de Ekim ayında evimizde bir akşam yemeği olsun yiyebildik. Yine eli kolu dopdolu, Ali’nin kitaplarını almış getirmiş. Meğer Selin doğduğunda verdiği, normalde hiç akla gelmeyen ama mutlaka her annenin alması gereken bir sürü lüzumlu eşyayı bir gün bana lazım olur diye nasıl sakladıysa, Ali’nin kitaplarını da Selin için öyle saklamış. ABC Kitabevi'nin Poldi karakteri çevresinde, Karşıtlar, Şekiller, Boyutlar, Dokular, Tadlar ve Kokular, Zaman gibi kavramların çok başarılı bir şekilde anlatıldığı "Benim İlk Kitaplarım" Dizisinden olan bu kitapları yavaş yavaş tanıtmayı planlıyorum ama şimdiden hepinize naçizane tavsiye ederim.
Blogumda daha önce de bahsettiğim arkadaşım Gülüş Kasım ayında doğum yaptı ve bir kızı oldu. Aylar önce benim blogumdaki listede görüp, Gülüş’ün bloguna girip, çok beğenip yorum bırakan Banu’yla Banu’nun yorumu üzerine, bloguna girip, çok beğenip yorum bırakan Gülüş, böylelikle yorumlar üzerinden yazışmaya başlayıp birbirleriyle tanışmak isteyince doğumdan yaklaşık 10-15 gün önce, bir Çıtır Simit buluşması ayarladık. Böyle hemen olmuş gibi yazdığıma bakmayın yine aylar geçti tabii, ayarlayana kadar:) Nihayet bir araya geldik ve güzel güzel sohbet ettik.
Bu sefer Barış’la Selin şahane bir uyum içinde oynadılar. Hele Selin’in hafifçe yüksek bir yerden -ona göre yüksek tabii:)-inemediğini gören Barış’ın elini uzatması, Meleğimin gülerek elini uzatıp inmesi ve sonra elele kazlara doğru yürümeleri vardı ki hakikaten filmlikti. Çok uzatmadan tekrar görüşelim dedik, hala görüşeceğiz:)
Aralık ayının güneşli bir cuma sabahında Yiğit, Ege ve Mira bize geldiler. Birlikte çok neşeli bir sabah geçirdik.
Günün en önemli hadisesi, tuvalet sorunun çoktan çözmüş olan Mira’yı tuvaletin tepesinde gören Selin’in o gün akşam üzeri kendi kendine gidip lazımlığa oturmasıydı. Bir kaç gün sonra Banu’nun bebeğime ne aldım, ne alsam’da tanıttığı potette’ten aldım. O gün bugündür üzerinde epey uzun bir zaman geçiriyor. (Bunu da ayrıca yazacağım. )
Uykusu gelen evinin yolunu tutunca öğle uykularından yeni vazgeçmiş olan Mira ve Selin başbaşa kaldılar. Mira’nın sevgili Hatice ablasıyla birlikte oynadılar, güldüler, çok eğlendiler. En kısa zamanda tekrarlayalım istiyoruz ama, kısmet...
Bizim için yılın son MyGym oyun saati çok önemli bir gelişmeye sahne oldu. Selin ilk kez kukla gösterisini seyretti. Genelde korkup soluğu trambolinin üzerinde alıyor ve kukla oynatılan tarafa hiç bakmıyordu. Neyse ki bu sefer eğitmenlerden birinin kukla oynatan kolunu gördü ve sorun çözüldü. Yavaşça diğer çocukların yanına gitti, oturdu ve gözlerini ayırmadan sonuna kadar güzel güzel seyretti. Sanırım kafasındaki bunlar nasıl böyle oynuyor muamması çözülünce rahatladı. Halbuki evde oynadığımızda kuklaları elimden alıp kendisi oynatmak istiyor:)
Aralık ayının en eğlenceli günleri Munise’min anneanne ve dedesi gelince başladı. Salona gelip sırayla bir anneannesinin bir dedesinin elinden tutup odasına götürdü, habire.
30 Aralık akşamı Gülannesinin gelmesiyle keyfi doruklara çıktı Meleğimin.
Yılbaşı akşamı birbirlerini öpe okşaya bir yemek yediler, anlatılır gibi değil.
Yılbaşı gecesi tek tek herkese hediyelerini verdi. Kendi hediye paketlerini açtığı yetmiyormuş gibi verdiği hediye paketlerini de açtı:) Almakta ve süslemekte geç kaldığımız mini çam ağacının etrafında dolanıp küçük süslerin düşüp düşmediğini kontrol ederken biraz büyük geldiği için kafasında tutmakta zorlandığı üzerinde küçük çanlar olan geyik şeklindeki tacıyla pek şirindi. Gecenin olayı Gülannesinden nasıl baloncuk yapılacağını öğrenmesiydi. Bitirene kadar üflemeye kararlıydı ama en sonunda yorgun düştü ve uyudu.
Yeni yıla nasıl başladığımızı, son günlerde neler yaptığımızı ve ne tür gelişmeler (krizler mi demeliyim yoksa?)yaşadığımızı da bir sonraki yazıda anlatayım.

7 Ekim 2009 Çarşamba

Ela ve Uydusu Bize Geldiler!

Dün Ela ve uydusu Esra bize geldiler. Geçenlerde bloguna yazdığı bir yazıdan çok yakın oturduğumuzu anlamıştım ve ‘uygun bir vakitte görüşelim’ demiştik. Montessori e-grubunda epey bir konuşulan su arıtma cihazları üzerine, ben de Kasım ayından beri kullanıp çook memnun kaldığım Nikken’in su arıtma cihazından bahsedince ve Esra’da çok ilgilenince “hadi buyurun gelin, hem arıtma cihazını görürsünüz hem de bebişleri biraraya getirmiş oluruz” dedim. Araya bayram ve hastalıklar girince görüşmek ancak dün kısmet oldu.
Selin Ela’yı görünce şaşırdı ve biraz heyecanlandı. Önceleri gülümseyerek Ela’yı takip ederken, Ela’nın ortalığa saçılmış vaziyetteki oyuncaklarını eline almasıyla itirazlarına başladı, Ela’nın ilgi gösterdiği her oyuncağını gidip elinden almaya çalıştı, alamayınca bağırdı. Hatta bir ara o kadar kızdı ki Ela’yı itti bile. Ben tabii şaşkın vaziyette bakakaldım. Meleğimi ilk defa oyuncaklarını bu kadar sahiplenirken gördüğüm için önce şaşırdım, Ela’yı itince de kızdım. Beni kızgın görmeye alışkın olmadığı için durumda bir yanlışlık var gibilerinden baktı suratıma. Mesela en dandirik ama onu çok eğlendiren zıplayan tavşanını Ela almasın diye odasına sakladık beraber. Sonra aylardır yüzüne bakmadığı, resimlerde gördüğünüz oyuncağı için gayet sıkı bir mücadele verdi. Neyse ki dans eden maymunu birlikte seyredebildiler. Ela maymuna bayıldı. Bir ara kızlarımız kucaklarımızda Esra’yla karşılıklı yerde otururken bir kaç saniye aynı kitaba bakmalarını sağlayabildik. Sonlara doğru da yukarıda bahsettiğim içinde toplar olan oyuncağın kenarlarındaki pencerelerinden birbirlerine bakmalarını sağlayarak yaklaşık 10 saniye birlikte oynatabildik. Selin’in o kadar uykusu gelmişti ki gel uyuyalım dediğimde önce kucağıma atladı, sonra Ela’yı ve tabii oyuncaklarını bırakmak istemedi. Sonra da elimden fotoğraf makinesini alıp Ela'nın aşağıda gördüğünüz fotoğrafını çekti. Elbette makineyi ben tutuyordum ama ekranda Ela'yı görüp deklanşöre Meleğim bastı.
Selin, her istediğinde muzlu muffin ve tuzlu kurabiyeyle onu beslediği için Esra’yı çok sevdi. Doğal olarak sadece Esra nerede çalışıyor, ben Meleğimden önce ne iş yapıyordum gibi cevaplarını kısa tutmak zorunda olduğumuz sorularla sohbet edebildik.
Bir ara yerde kucağımızda otururlarken, Ela’nın kendi evine gittiğinde oyuncaklarının yine kendisine kalacağını, bir yere gitmeyeceklerini, istediği zaman onlarla oynayabileceğini söyleyince Meleğim biraz rahatladı. Sonraki görüşmelerimizde Selin’in daha sakin olacağını düşünüyorum oyuncakları konusunda. Çünkü Mira, Zeynep, Ada gibi artık çok iyi tanıdığı ve arkadaşı olduğunu bildiği çocuklarla şimdiye dek bu kadar sert tepkili durumlar yaşamadık. Sanırım Ela’yı ilk kez gördüğü için ve kendi evinde, kendi iktidar alanında ortamı kontrol edemediği için, bağımsızlık ve kimlik dürtüsünün de etkisiyle böyle tepkiler verdi. Bilhassa bu dönemlerde sahiplenme duygusunun ağır basması çok normal hatta abartmamak koşuluyla iyi de bir şey ama itmenin önünün alınması gereken bir davranış olduğunu düşünüyorum.
Günün son ortak(!)aktivitesi Pakize'yi sevmek oldu. Ela'nın kedileri çok sevdiğini öğrenince Pakize'yi eve her misafir geldiğinde korkup saklandığı gardrobun içinden alıp salona getirdim. Ela'da aynen, Selin'in kedimizi eve getirdiğimiz ilk günlerde yaptığı gibi neredeyse koşarak peşinden ayrılamadı. Bir ara çok heyecanlanıp önce annesine sonra da bana dayanarak Pakize'yi seyretti. Selin'de 'Ela'ya Pakize'yi nasıl seveceğini gösterir misin?' diye sorduğumda hemen elini uzatıp parmaklarını Pakize'nin kafasına dokundurdu. Şimdiye dek hep dokunur gibi yapıp elini çekmiş, hiç gerçekten dokunmamıştı. Bu sefer bir cesaret elini uzattı, Pakize'nin hiç ses çıkarmadığını görünce rahatlayıp sevmeye devam etti. Bu  hem Selin hem de Pakize için ilişkilerinde çok büyük bir aşama:)

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Ayvalık Günleri 2

Burada güneşin yakıcılığı dolayısıyla kafamızdan çıkaramadığımız şapkalar ve güneş gözlüklerine özel bir ilgi gösteriyor. Burhaniye’den bizi ziyarete gelen Erkan amcası ve İpek ablasını görünce pek sevindi ve kaşla göz arasında İpek ablasının gayet şık kasketini kafasına geçirmeye çalıştı. Babasının kasketini ters çevirerek rapçiler gibi her giydiğinde şirinliğine bakıp güldüğümüz için O da gülüyor ve uzun zaman kafasından çıkarmıyor. Bir de kırmızı bir şapkası var ki sanırsınız küçük hanımefendi. Şapka takmayı ilgi çekmenin bir yolu olarak ta kullanıyor. Kendisine bakmamızı istediğinde hemen kafasına bir şey geçirmeye çalışıyor. Bazen etraftaki şapkalardan biri, bazen penye bir bluz bazen de kurulama bezi...:)Gözlüklerle ilişkisi daha ziyade etraftakileri güldürmek üzerine kurulu. Yüzüne büyük hatta kocaman gelen gözlükleri büyük bir dikkatle düşürmemeye çalışarak taşıyor, bu arada gülümsemeyi de ihmal etmiyor. Onu bu halde görenlerin attığı kahkahaları duyunca da kikir kikir gülüyor. Neredeyse ilk on günü suya dair korkularımızı gidermek üzere alıştırmalar yaparak geçirdik. Sonra ne olduysa oldu, simidiyle birlikte denize soktuk ve sonrasında çıkaramadık. Simidi çok güvenli ve rahat geldi. Şimdilerde plaja iner inmez hemen deniz kenarına gidip denize girelim diye işaret ediyor, suya girince çıkmak istemiyor. Buraların denizi bir hayli soğuk ama bana mısın demiyor.Ben havadan dolayı kondukları yerden ayrılmak istemeyen sırnaşık ve yapışık sineklerle nasıl başa çıkacağımı hala düşüne durayım kızım hepsini gel gel işaretiyle çağırıp üzerine konsunlar diye parmağını uzatıyor. Bahçede bakımsızlıktan kendi başlarının çaresine bakmaya çalışan bütün otları ve çiçekleri birlikte her bahçe sulayışımızda tek tek yeniden inceliyor, bana gösteriyor ve gösterdiği yaprağa ya da çiçeğe hortumla su tutunca kahkahalar atıyor. Ellerinin ayaklarının biraz ıslanmasını fırsat bilip hemen ıslak toprağa oturup elleriyle mıncıklıyor. Yüz göz saç baş her tarafı çamur oluyor ama umurunda değil, sonrasında duşun altına sokacağımı bildiği için çok rahat. En son duşunu da alıp fırçasını ters tutarak saçlarını taradığını sanıyor.
Yan komşumuzun kızları Şebnem Hanım’ın Sütlaç adında Golden cinsi son derece uysal ve çocuklara alışkın bir köpeği var. İlk geldiklerinde bahçelerimiz bitişik olduğu için hemen gördü Sütlaç’ı. Sağolsun Şebnem Hanım’da her duyarlı hayvan eşlikçisi gibi (ben bekar evini uzun yıllar bir kediyle paylaşmış ve şimdi yeniden kedisine kavuşmuş biri olarak sahibi demekten haz etmiyorum) gelir gelmez Sütlaç’ın hiç havlamadığını ve çocuklara çok alışkın olduğunu söyleyip bizi rahatlatmak istedi. Bizim tabii havlarmış bağırırmış gibi bir endişemiz hiç yoktu sadece Selin’in korkuyla karışık aşırı ilgisinin köpeği bunaltabileceğini düşündük kısa bir süre. Ertesi gün Şebnem Hanım bizi davet edince hemen Sütlaç’la tanışmak üzere yan tarafa geçtik. Selin’in ilk endişeleri yerini rahatlamaya ve Sütlaçla oynarken kahkahalar atmaya bıraktı fakat Sütlaç’a hiç dokunmadı. Sonraki günler Şebnem Hanım’ın yeğenleri de gelince biraz onların Sütlaç’la olan ilişkilerinden de cesaret alarak önce kuyruğunu sonra sırtını okşamaya başladı. Büyüüük bir rahatlama ve tüylerin verdiği şaşkınlık hissiyle “hı hıaa, hı hıaa”diye kahkahalarla güldü. Bir iki gün önce de Sütlaç İstanbul’a dönerken, arabanın arkasından hem el sallayıp hem de ağlıyordu gitmesinler diye.Bu seneki tatilimiz kısmetse yarın sabah Ankara’ya vardığımızda bitmiş olacak. Son bir haftadır önce ses kısıklığı ardından bademciklerimin şişerek kronik faranjitimin nüksetmesi ve içindeki etken maddenin bana alerji yaptığını ertesi gün farkettiğim antibiyotik yüzünden bütün ağzımın, dilimin, damağımın sayısız aftla kaplanması sonucu günlerdir konuşamaz oldum. Bu süre zarfında zorunlu olmadıkça konuşmamaya çalıştım. Benim için bunun ne demek olduğunu beni tanıyanlar gayet iyi bilirler:) Zaten konuşsam da kimse bir şey anlamıyor çünkü dilimi damağıma ya da dişlerime değdirmeden konuşmaya çalışınca harfler tam çıkmıyor. Tekrarlamam da mümkün değil. Neyse, hiç değilse bir kaç gün Teoman’ın kulakları dinlendi bu sayede:)

Brüksel’deyken doğmasını beklediğimiz ve tam bizim Ankara’ya dönmek üzere uçakta olduğumuz saatlerde dünyaya teşrif eden ailemizin en yeni üyesi kuzeni Leo’yla nihayet Ayvalık'ta tanışması da bir sonraki yazıya.

24 Haziran 2009 Çarşamba

Kediler, Köpekler ve Bebekler...

Ertesi gün yani 7 Haziran pazar günü, Panora’daki kedi köpek yarışmasına gittik. Ben hayat tarzı ve dünya görüşü itibariyle her tür güzellik, yetenek, en bilmem ne vs. yarışmalarını luzümsuz bulan biriyim hatta bu tür yarışmaların katılanlara ister manken, ister güzel bir genç kız isterse kedi köpek olsun, bir çeşit eziyet etme yöntemi olduğunu filan düşünüyorum. Bazı yarışmaların, sistemin dişlileri arasından yorulmadan, emek harcamadan çıkmanın zahmetsiz yolu olduğu da aşikar.
Bu yarışmaya da yarışma kısmıyla hiç ilgilenmeyerek, Meleğim kedileri köpekleri yakından görüp sevsin, mümkünse okşasın ve köpeklere biraz daha alışsın diye gittik. Mira ve Ada’yı beklerken önce uzaktan köpekleri seyrettik, önümüzde duran köpeklerin iri cüsseli olmasından biraz ürkünce kedilerin yanına gidelim dedik. Selin’in Pakize dolayısıyla kedileri tanıdığını ve onların yanında daha rahat olduğunu bu sırada farkettim. Kedileri sevmek konusunda daha cesaretliydi bebeğim. Bilhassa yanına gittiğimiz ilk kedi son derece uysal ve kendini sevdiren bir kedi çıkınca bebeğim daha da bir rahatladı. Himalaya cinsi Pırtık adındaki bu kedinin biz yarışmadan ayrılırken birinci ilan edildiğini duyduk.
Mira ve Ada gelince köpeklerin yanında durduk daha çok. Her ikisi de köpeklerle büyüdükleri için Selin’den daha rahatlardı. Kızlar ellerindeki Umur’un yaptığı limonlu kurabiyeleri köpeklere kaptırmamak için bayağı bir gayret sarf ettiler:) Tüm çirkinliğine rağmen üçümüzün de ‘ne güzel bir köpek’ dediği Fransız Buldog’una Selin bile korkmadan elini uzatabildi. Çok sakin bir köpekti. Meğerse bu cins köpekler, bebeklere göz kulak olmalarıyla ünlüymüş. Sonuçta pazar gününü, arkadaşlarımızla birlikte ve Meleğim cins cins köpekleri yakından görebildiği için gayet eğitici bulduğum bu faaliyetle geçirmiş olduk.

17 Mayıs 2009 Pazar

Hayvanat Bahçesi

Dün hayvanat bahçesinin önünde kızlar ve anneleri olarak buluştuk. İçeri girer girmez kendine gölgede bir yer bulmuş sereserpe yatan bir kediyi sevdik. Oradan akvaryuma gittik. Son derece havasız, önemli bir bölümü loş ve nemli bir yer. Bebeğim içeri girer girmez kocaman balıkları görünce biraz korktu ve hemen omuzlarıma yapıştı. Bir baktım Zeynep’te Neslihan’a yapışmış durumda. Bir süre aynı pozisyonda dolaştık. Su kaplumbağalarının ve yılanların olduğu bölümde biraz rahatlar gibi oldu. Çok daha küçük balıkların olduğu küçük akvaryumlar bölümünde ise iyice rahatladı. Kucağımda tutmak yerine pusetine oturtunca kendini daha da güvende hissetti ki oradan ayrılmadan önce büyük akvaryumlardan birinin önünde gülerek poz verdi. Akvaryuma girdiğimizden itibaren büyük balıkları kahkahalarla izleyen Mira ve bütün gün “ben burayı tanıyorum” edasıyla dolaşan Ada özel olarak seyredilmelikti.
Kafeslerle ziyaretçiler arasında doğal olarak epey bir mesafe var. Hem bu mesafenin hem de güneşin etkisiyle bebişlerin hayvanları görebilmeleri biraz zor oldu. Maymunu hatırlaması için evde göbeğine basılınca çalan müziğe uygun olarak dans eden maymunun melodisini mırıldanınca hemen kafasını sallayıp tempo tutması çok komikti. Maymunları hatırlayınca da kafesleri dikkatle ve gülerek izledi. Şempanzeleri kafasını kaldırmış seyrederken, şempanzenin biri kendisine atılan bir yemişi yakalamak üzere ani bir hamle yapınca Munisem korkup suratını buruşturdu. Tam ağlayacaktı ki kuşlara doğru yolumuza devam ettik. Nedense kanatlarını açınca devasa hale gelen akbabaları filan görünce pek ürkmedi. Ben ‘şuş’ları iyi tanımasına yordum bu rahatlığı. Köpeklerin arasında en çok, etrafında yavrularıyla çevreyi şüpheli gözlerle izleyen bir anne kurt köpeği dikkatimizi çekti. Hatta Meleğim bir ara heyecanlanarak yavru köpekleri daha iyi görmek için pusetinde yine ayağa kalktı. Parkurun bizi yönlendirmesiyle develerin olduğu yere geldik ve kuzucuğum şapkasını elinde evirip çevirmeye başladı. Anladım ki artık, sıkıldı. Öğlen sıcağının fena halde bastırması üzerine, koşarcasına çıkışa yöneldik. Meğerse bebeğimin sevdiği ve çok iyi tanıdığı zürafa, zebra gibi hayvanlar ve çocuklar için oyun parkı çıkışa yakın taraftaymış. Bir dahaki sefere daha da erken gelmeye ve ters yönden başlamaya karar verdik. Öpüştük, koklaştık ve arabalara binip yola koyulduk.
Hayvanat Bahçesi'nin hali üzerine hiç bir şey yazmamayı tercih ediyorum. Üstelik dediklerine göre bu, Türkiye'nin en iyi hayvanat bahçesiymiş!!!
Bebeğim bu sefer eve girerken hiç ağlamadı, çünkü kapıyı babası açtı. Babayı görür görmez gözleri ışıldayıp hemen kucağına atlaması ve sarmaş dolaş olmaları öyle güzeldi ki...

10 Mart 2009 Salı

Selin ve Pakize

Brüksel'de sevgili kedimiz Pakize de var. Onu ilk kez bugünkü gibi yağmurlu bir günde ofisimin karşısındaki marketin önünde titreyerek miyavlamaya çalışırken pencereden görmüş ve telefon görüşmemi "bi dakka" diyerek yarıda bırakıp yerimden hızla fırlamış ve kaptığım gibi ofise getirmiştim. Tahminimce en fazla iki haftalık bir kediydi. Hayatta kalması için epey bir badire atlattıktan sonra fene halde birbirimize bağlandık ve arkadaşlarımla birlikte ofiste bakmaya başladık. Bir çoğunuza ofiste kedi beslemek tuhaf gelebilir ama İstanbul Cihangir’de bu son derece sıradan bir şeydir. 1,5 yaşına yaklaşırken eve aldım Pakize’yi. Birlikte deprem dahil bir çok şey yaşadık. Evlenip yurdışına giderken O’nu da götürdüm yanımda. Eşimin de çocukluğunda kedili bir evde büyümüş olması işimi çok kolaylaştırmıştı. Ama son dört yıldır burada annemler bakıyorlar Pakize’ye. İnşallah bu yaz hasret bitecek ve Pakize’yi geri götürmemek üzere getirecekler TR’ye.
Selin’in buraya geldiğimizden beri Pakize’yle kurduğu ilişki hakikaten komedi filmlerini aratmayacak sahnelerle dolu. Bir kere Pakize, Selin’den korkuyor ve hatta biraz da kıskanıyor ama Selin, Pakize’ye bayılıyor ve Pakize odaya her girdiğinde “ha ha, ha ha” diyerek kahkahalar atıyor. Biz Pakize dediğimizde “tediii, tediii” diye bağırıyor. Beraber dergileri incelerken kedi resmi gördüğünde “tedi” deyip Pakize’ye bakıyor ve gülüyor. Sonra da bana dönüp doğrulamamı ister gibi bakıyor. Emeklemesi için yere bıraktığımda hemen Pakize’nin kaloriferin yanında duran pufuna gidip “ben geldim” anlamında gülerek “hıı hıı” deyip keyifli keyifli ayağa kalkıyor. Dün sabah ilk defa Pakize’yi alnından sevmesine izin verdim. Çok heyecanlandı ve şaşırdı. Sanırım çok yumuşak buldu. Pakize’de korktuğum gibi davranmadı ve usulca sevmesine izin verdi. Sonra da ben sevdim. Pakize kafasını çevirip uyudu. Meleğim bana baktı, şıışşşş dedi, (bu uyuyor demek, Selin uykuya dalmadan önce hep bu sesi çıkarıyoruz) ve dönüp kavanozunun yanına doğru emekledi. Arada bir oturduğu yerden kafasını uzatarak Pakize uyanmış mı diye kontrol etmeyi de ihmal etmedi. Dün akşam her zamanki gibi yemek yerken masanın etrafında miyavlayarak dolanan Pakize’yi bu sefer “tedii” yerine “Zize” diyerek çağırdı. İlişkileri günden güne gelişiyor ve bu beni yeniden Pakize’yle yaşamak konusunda çok umutlandırıyor.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails