Showing posts with label yemek. Show all posts
Showing posts with label yemek. Show all posts

May 2, 2013

Fransızların çocukları her şeyi yiyormuş

Internetle birlikte ilişki biçimlerimiz de epeyce değişti. İnsan ilişkilerinin evrimi için şüphesiz ayrı bir başlık şart ancak şu anda bahsetmek istediğim yiyeceklerle kurduğumuz ilişki. Uzunca bir süredir yiyeceklere yaklaşırken kafamdan formüller geçiyor: protein/karbonhidrat oranı, omega 3 ve omega 6 yağ asitleri, DHA, vitaminler, mineraller, ağır metaller, ... yetti mi! Hayır, siz söyleyin, böyle mikro-besinleri kafayı takmadan keyifle yemek yemek mümkün mü artık! Bizim için değil belki ama bazıları için mümkünmüş.

Bir Fransız, bir de Amerikalı (Türk yok, fıkra değil bu gerçek :P) iki araştırmacı, Fransız ve Amerikalı çocuk-büyük 7000 kişi ile yeme alışkanlıkları üzerine bir araştırma yapmışlar.

Fransızlar sağlıklı beslenme üzerine pek bir şey söylememişler. Dedikleri: "her şeyden azar azar yemek gerekir" ve "sağlıksız gıdaları arada sırada yemek sorun yaratmaz." Amerikalılar ise yemeği, sağlık, beslenme ve diet ile özdeşleştirmişler.

Fransızlar da aslında pizza, hamburger, asitli içecekler, şeker ve ketçap gibi şeyleri seviyormuş ama arada bir yiyorlarmış. Amerikalılar gibi ankette, yemeği sağlıkla özdeşleştirip akşamına da gidip McDonalds'ın önünde araba konvoyu oluşturmuyor, kovayla coca cola içmiyorlarmış. Ve Paris McDonalds'da yedikleri orta boy patates kızartması Amerika'dakinden %72 daha küçükmüş.

Fransızlara sormuşlar yemek deyince aklınıza ne geliyor diye, "keyif, lezzet, sosyalleşme, kültür, kimlik ve eğlence" demişler. Amerikalılar gibi, sağlık ve diete, benim gibi demir-çelik'e bağlamamışlar :P

Yine aynı çalışmada, katılımcılara çikolatalı pasta resmi gösterilmiş ve akıllarına gelen ilk kelime sorulmuş. Amerikalılar'ın en çok söylediği ortak kelime: "suçluluk" (guilt) olurken, Fransızlar'ınsa "kutlama" (celebration) olmuş.

Evet, Fransızların çocukları da her şeyden zevkle yiyormuş. Bu kitabı okurken anladım ki, mimi'ye yemek konusunda yaptığımız en büyük yanlış tam da bu noktada olmuş. Yani yiyecekleri mikro-besinlere indirgeyip işin "keyif, lezzet, sosyalleşme, kültür, eğlence" yönünü geri plana atmak. "Bak bundan mutlaka yemelisin protein değeri çok yüksek, içinde vitamin var, demir var, bla bla var" diyerek ikna etmeye çalıştığımda zavallı yavrucak iyi dayanmış.

Kitapta bahsedilen başka bir araştırma da, yine yaptığım yanlışları yüzüme çarpmaya devam etti: Kohlrabi (yer lahanası) deneyi. Deney şu:

Bir okulda bir gün öğlen yemeğinde kohlrabi servis ediliyor. Kimse bilmiyor bu sebzeyi. Ertesi gün bir üniversite öğrencisi gelip kitap okuyor üç farklı gruba ayrılmış öğrencilere.

A grubuna: "En azından kohlrabi yemek zorunda kalmadım."
B grubuna:  "Neredeyse kohlrabi kadar lezzetliydi."

cümleleriyle direkt mesaj veriliyor her sayfada. C grubuna da bu konuyla alakası olmayan bir kitap okunuyor. Kitaplardan sonra, atıştırma zamanında çocuklar, tekrar kohlrabi denemeye davet ediliyor ve tahmin edin hangi gruptaki çocuklar kohlrabi denemeyi reddediyor. Evet bildiniz! A grubundakiler ağızlarına sürmüyor kohlrabiyi.

Yani neymiş, ağız tadı doğuştan sabit değilmiş; ve beyin gücü, pozitif bakış, yiyeceklerin tadını değiştirebilirmiş. Ayrıca bir yemeği sevip sevmediğimize karar vermek için en az 12 kez denemek gerekirmiş.

Aslında biz yemek seçen bir aile değiliz, her şeyi zevkle yeriz ama mimi biraz daha küçükken onun yediklerine odaklanınca ve hatta ona yedirmeye çalışınca, doğal olarak yemekten zevk almak pek mümkün olmuyordu. Daha çok aklımız yemekleri mimi'ye sevdirmek için dil dökmek üzerine çalışıyordu. Şimdi, biz onun tabağını gözetlemekten ve yedirmek için dil dökmekten vazgeçince, o bizim tabaklarımızla ilgilenmeye ve yeni bir yiyeceği keyifle mideye indirdiğimizi görünce, o da istemeye başladı. Bu insanlık için adım bile değil ama mimi için cidden çok büyük bir adım. Çünkü mimi sebze ve meyveyi severek yese de, kendi formunun dışına hiç çıkmayan bir çocuktu, yani sebzeleri çiğ, makarnayı sade, pilavı yağsız-tuzsuz ve hiçbir şeyi karıştırmadan yiyordu. Şimdi bizim tabaklarımızdaki karışık sebze yemeklerinden tatmak istiyor ve hatta her zaman yemese de, kendi tabağına da koyduruyor. Fakat hepsinden güzeli, bizim yaşadığımız özgürlük. Şimdi ne yedirme derdi var, ne yemesi için söylev hazırlama derdi var, ne de karşılıklı gerilim var.

Ayrıca, yapılan çalışmalar göstermiş ki çocuklarını belirli yiyecekler için zorlayan ebeveynlerin çocukları o yiyeceklere karşı antipati geliştiriyor ve yeni yiyecekler denemekten daha çok kaçınıyorlarmış. Çocuklarının yiyeceklerini katı bir şekilde kontrol eden ebeveynlerin çocukları daha az sebze yiyor ve daha yağlı besinleri tercih ediyorlarmış. Ya da tabağını bitirmeye zorlanan çocuklar, aşırı yemeyi öğreniyorlamış. 

Doğru yolda olduğunuzu anlamanın bir yolu kendinize, yaptığınız şeylerin çocuğunuzda uzun vadede anksiete yaratıp yaratmayacağını sormaktır diyor kitapta. Fransızlar yemenin, endişe edilecek bir durum değil, keyif alınacak bir durum düşünüyorlarmış. Ve fakat besin değerlerine ve vitaminlere odaklandığınızda bu kısım gözden kaçabiliyor. 

Daha önce bahsettiğim katı gıdanın Montessorisi BLW, bu noktada bir kez daha önem kazanıyor. Çünkü BLW'de bol vitaminli-proteinli-vesaireli olsun diye et suyuna sebze çorbaları, bir sürü yiyecek karıştırılarak hazırlanan kahvaltı bulamaçları, içinde hangi yiyeceğin olduğu belli olmayan püreler yerine gerçek yiyecekler var. İlk aylarda mikrobesinlerden fazlaca alamasalar da, gerçek yiyeceklerin tadına, dokusuna, kokusuna alıştıkları için ve en önemlisi, her gün aynı kıvamda/renkte/dokuda/tatta hazırlanan yiyecekler yerine çeşitliliğe alıştıkları için uzun vadede kafaya çokça taktığımız mikrobesinlerden daha fazla alıyor olacaklar. Dolayısıyla neofobi (2 yaş civarı ortaya çıkan yeni şeyler deneme korkusu) dönemi gelmeden çocukları ne kadar çok yiyecekle tanıştırırsak o kadar iyi olur, tabii gerçek yiyecekle ve zorlamadan, kontrolü onlara bırakarak. Çünkü yine Fransızlar'ın dediği gibi: Baskı varsa, direniş de vardır!

April 17, 2013

İyisiyle Kötüsüyle BLW (Baby Led Weaning)

Geçen yazıda katı gıdanın Montessorisi olarak BLW'den bahsetmiştim, bugün BLW hakkındaki çarpıcı gerçekleri paylaşacağım.

BLW'de güzel olan nokta, hangi gıdayla başlayayım derdi yok. Bu yönteme göre bebeğiniz siz ne yiyorsanız, onu yiyecek. Hayır, patates kızartması sebze değil, meyve suyu da meyve yerine geçmiyor. Yok, şeker ve işlenmiş gıdalar da yok. Ama zaten bunları siz de yemezseniz iyi olur, bu tarz şeyler dışında siz ne yiyorsanız bebeğiniz de yiyebilir. Ona ekstra yemek hazırlamak yok.

BLW'nin iki çocuklu bir annenin işini ne kadar kolaylaştırdığını siz tahmin edin. Özellikle de ilk çocuk klasik püreyle başlamış ve 1,5 yaşına kadar bir şey yememiş, sonra da acayip seçici uyuz bir yiyici olmuş olunca, bu BLW nimet oldu bana :)

Yoksa evde herkes için farklı yemek hazırlamak durumunda kalacaktık. Şimdi neyse üç farklı yemekle kurtarıyoruz. Biri ablaya, biri otoimmün paleo dieti yapan anneye, diğeri de baba ve 6,5 aylık cino'ya. Neyse ki kesişim kümemizde birtakım yiyecekler var da mutfak dışında zaman geçirebiliyoruz. Tabii cino, bizim gibi çatal kaşıkla kıymalı ıspanak yemeği yiyemiyor, mercimek çorbası içemiyor henüz. Ama ufak bir hileyle ayrı yemek pişirmeden bunları kendi kendine yiyebiliyor. 

Başlangıç için püf nokta şu: bebeğinize eliyle tutabileceği şekilde (parmak şekli), damaklarıyla çiğneyebileceği yumuşaklıkta, eliyle sıkıp püre haline getiremeyeceği sertlikte yiyecekler hazırlayıp önüne koyuyorsunuz ve o da afiyetle yiyor. Bu kadar basit. 

Biraz daha açacak olursam, örneğin parmak şeklinde kesilebilen sebzeleri (havuç, tatlı patates, kabak, taze fasulye gibi), sizin kendiniz için pişirdiğiniz ilgili sebze yemeğinin içerisine koyup hafif yumuşadığında çıkarıyorsunuz (yemeğin tuzunu sonrasında ekliyorsunuz, bebeklere tuz yok). Yalnız dikkat edin çok yumuşak olmasın, başlangıçta ellerinin ayarı olmadığı için sıkıp püre haline getirebiliyorlar.

Peki ya sıvımsı gıdalar hiç olmayacak mı? Elbette olacak, bu BLW'nin ana mottosu zaten, bebeğinize ayrı yemek pişirmek yok, siz ne yerseniz onu yiyecek. Bu sıvımsı gıdaları da ufak bir hileyle yedirebilirsiniz. Buradaki hile de geleneksel bandırma yöntemimiz :) Mercimek çorbası, yoğurt, humus gibi yiyecekleri parmak şeklinde kesilmiş kızarmış ekmek ya da sebzeleri banarak verebilirsiniz.

Etleri de parmak şeklinde kesip verebilirsiniz; tavuğu but olarak. Etleri bir süre çiğneyip demirini emdikten sonra, siz çiğneyip kuş gibi ağzına verebilirsiniz; böylece protein de almış olur (yalnız amalgam dolgunuz varsa dikkat, sizin çiğnemeniz iyi bir fikir olmayabilir).

Baklagiller ya da diğer parmak şeklinde kesilemeyen yiyecekler için de çatal iyi bir alternatif olabilir. Bizimki henüz aradaki ilişkiyi kavrayamadı ama çatala batırıp önüne koyarsanız, bir süre sonra çatalın işlevini anlaycaktır --yani öyle umuyorum. Cino şu anda büyük bir hevesle çatalı alıyor, sonra ucundaki yiyeceği avuçluyor ama henüz avcunun içindekini ağzına götüremediği için bir sonraki yiyeceğine saldırana kadar onu sıkı sıkı tutuyor :)

Elma, armut gibi meyveler parmak şeklinde kesilip fırında biraz yumuşatıldıktan sonra verilebilir. Üzüm, ahududu gibi meyveleri ikiye kesip vermek gerekiyor. Avokado, aşağıdaki resimdeki gibi kesilip verilebilir. Avokado, süper bir besin! Özellikle hızla büyüyen ve bunun için de iyi yağlara ihtiyaç duyan bebekler için vazgeçilmez.


Flickr'dan bir BLW videosu

BLW kitabında konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi var. BLW'nin çok güzel bir sitesi ve forumu, bir de facebook sayfası var. YouTube'dan da baby-led weaning diye aratıp videoalara da bakabilirsiniz. Son olarak, bir de yemek tarifleri kitabı var ki evlere şenlik! Yani en azından bizim eve şenlik! Biraz BLW'nin mottosundan sapmış olduk gerçi, biz onun yediklerini yiyoruz ama napalım, baharatlarına kadar tam takım :)

Kitapta BLW için kesinlikle 6 ayın beklenmesi öneriliyor. Ama en erken 6 ay, sonrasında da başlanabilir. Yemek yemeğe hazır olduğunu şu sinyallerden anlayabilirsiniz: kendi kendilerine dik oturabildiklerinde, sizin yediklerinize ilgi göstermeye başladıklarında ve hatta sizin elinizden yiyeceklerinizi kapmak için türlü türlü numaralara giriştiğinde ama kapamayıp yalnızca havayı aldığında ve hatta bu havayı çiğnediğinde, yani çiğneme hareketi yapmaya başladığında bebeğiniz hazır demektir.

Şimdi bir aydır BLW yapıyoruz, yani cino yapıyor. Bu yöntem sayesinde, ablasından daha çok çeşitte ve dokuda gıdayı severek 'yemeye' başladı. Bkz. cancino'nun tadına baktıkları (hepsi doğal formunda, püre değil):
Salatalık, havuç, pırasa, kabak, tatlı patates, brokoli, karnabahar, kabuklu bezelye (snap peas), taze fasulye
Elma, armut, mango, portakal, avakado, muz, limon, yaban mersini (blueberry), ahududu (raspberry), böğürtlen (blackberry)
Kuru fasulye, yeşil mercimek, mercimek çorbası, humus
Et, tavuk, köfte, balık, mantar
Ekmek, pizza, makarna
Peynir, yoğurt, yumurta, hindistan cevizi yağı (ekmek üzerinde) 
Hatta bu sabah fırında domates-kekik-keçi peynirli ekmek yaptık, ablası yememek için ayılıp bayılırken, cino bayılarak yedi. Ve öyle çok sevdi ki ellerinin içerisinde kalan parçaları tüm yüzüne maske olarak uyguladı :)

Peki kötü yanları yok mu bu BLW'nin? Var tabii, hatasız kul olmuyor elbette. Kendisi yediği için yalnızca elleri ve ağzı kirlenecek zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Bir yemekte saç, baş, tüm surat, kollar, hatta bacaklar dahil her yeri batabiliyor. Yalnızca kendisiyle kalsa iyi! Oturduğu yer ve yerler de batıyor. Bunun için masa örtüsünü masanın üzerine değil de altına sermek işe yarıyor. Yemekten sonra temizlik süresi yarı yarıya azalıyor. Bir de ilk zamanlarda çok fazla yere düşürdükleri için yerdeki örttünün üzerinden alıp geri verebiliyorsunuz. Bu şekilde yere düşen yiyecekler de ziyan olmamış oluyor.

Bir diğer püf nokta da, evin bilimum köşelerinde bebeğinizin "akşam yemeğinden seçmeler" başlıklı sanatsal çalışmalarını görmek istemiyorsanız, sofradan kalkmadan ağzının içini kontrol etmeyi unutmamak! Çünkü yedikleri yiyeceklerin bir kısmını, damak, yanak, dil altı ve benzeri yerlerde biriktirip sonradan bunlarla evi süsleyebiliyorlar.

Bir de BLW ile bebeğinizin beslenmesi uzun sürüyor. Bebekler inceleyerek, yavaş yavaş yiyorlar, aceleye gelmiyorlar. Nasıl Montessori'de onun kendisinin bir şey yapmasını beklerken hafakanlar basabiliyorsa bazen, burada da benzer durumlar olabiliyor zaman zaman. Eliyle tutamadığında ya da tutup ağzına götüremediğinde alıp eline vermemek için kendinizi tutmanız gerekiyor; aksi takdirde, pratik yapamayacağı için bu yetilerini geliştiremeyecektir.

Son olarak, BLW'de beslenmeyi bebeğinizin önderliğine bıraktığınız için onun hangi yiyeceklerden ne kadar yiyeceğine karışamıyorsunuz. Ama merak etmeyin bebeklerin hayatta kalma içgüdüleri çok güçlü olduğu için karışmamak onların lehine oluyor. Bu şekilde kendilerine alerji yapan belli gıdalardan uzak durup gelişim dönemlerine bağlı olarak daha çok yağlı, proteinli veya karbonhidratlı yiyecekleri tercih edebiliyorlar. Ve iştahsızlık sorunu yaşamıyorlar.

Cino artık kendisi yiyor ve onun masaya oturduğunda heyecanla yemek beklemesini, konsantre olup yiyecekleri masadan itinayla almasını, ağzına götürüp kemirmesini ve çeşit çeşit yiyecekleri büyük bir hevesle denemesini izlemek bizi çok mutlu ediyor. Artı, yemeğimiz soğumadan, nöbetleşe yemek durumunda kalmadan, biz de keyifle masada oturup kendi yemeğimizi yiyebiliyoruz.

Son söz olarak sevgili babamın konuyla ilgili sözleri gelsin:
"Yemek sadece bir besin aracıdır. Ne bir ödül, ne de bir cezadır. Yaşamak için beslenmesi gerektiğini bilmelidir. Sizin göreviniz yalnızca çocuğunuza yemeği sunmaktır. Zorla yemek yedirmek değildir. Yemek saatlerini çocuğunuzla savaş saatlerine çevirmeyiniz. Bu savaşı kesinlikle kaybedeceğinizi bilin. Yemek saatleri, çocuğunuzla paylaştığınız, ona yakınlaştığınız, birlikte bir sevgi yumağı oluşturduğunuz, yaşamınızın en güzel anlarıdır. Lütfen yemek yemesi için ısrar ederek bu güzel anı bozmayınız."

Güncelleme: Ekim 2013

12 aylık BLW'ci :)





Güncelleme: Haziran 2016

Müjde! BLW'nin artık Türkiye grubu da var! Motivasyon, öneri, tarifler, paylaşım ve yardımlaşma için şu linkten üye olabilirsiniz: https://www.facebook.com/groups/blwturkiye/

April 15, 2013

Katı Gıdanın Montessorisi BLW

Başlık, çocuklarla ilgisi olmayanlar için şifreli gibi duyulabilir, kusura kalmasınlar :-)

BLW, katı gıdaya geçiş üzerine bir yöntem. Açılımı baby-led weaning (bebek öncülüğünde memeyi bırakma), ama baby-led feeding (bebek öncülüğünde beslenme) olsa daha iyi olurmuş çünkü tamamen beslenme üzerine bir yöntem. Aslında yöntem de değil. Bu da tuvalet iletişimi gibi, yeni olan bir durum değil, yüzyıllardır uygulanan ve fakat son dönemde, bazı endüstrilerin (evet evet, bebek reonlarında boya kutusu gibi duran kavanoz mamalardan bahsediyorum) çıkarları yüzünden unutulan/unutturulan doğal bir beslenme şekli.

Peki Nedir bu BLW?
BLW kısaca diyor ki: gıdanın sıvı halini geçiniz, katı gıdalara katılarla geçiniz, ama hepsinden önemlisi siz bu işi bebeğinizin önderliğine bırakınız. Hah işte bu noktada n'oluyor, Madam Montessori giriyor devreye. Çünkü neydi Montessori'nin felsefesi:

"Kendim yapabilmem için bana yardım et"

İşte BLW'de mantık tam da bu. Bebeğinizi beslemiyorsunuz, onun kendi kendisini beslemesi için ona yardım ediyorsunuz. Evet bebekler hazır olduklarında kendi kendilerini besleyebiliyorlar. Hayır, maalesef yemek yapamıyorlar :P Yalnızca önlerine konan yemeği kendileri yiyorlar. Kaşık falan, aman diyeyim, sakın kullanmıyorsunuz bu beslenme şeklinde, BLW'ciler görürse o kaşıkla kafanıza kafanıza vurabilir valla benden söylemesi.

E kaşık yoksa, püre de yok tabii. Zaten katı gıda deyip de püre gibi sıvı forma yakın şeyler yedirmek pek anlamlı olmuyordu. BLW'de anlatıldığı üz're pürenin bebeklerin hayatına girişi katı gıdalara geçişin 4 aylıkken önerilmesi dönemine rastgeliyor. Ama artık katı gıdaya geçişte kesinlikle 6 ayın beklenmesi önerildiği için ve bebekler 6 aylık olduklarında, daha doğrusu kendi kendilerine dik oturabildiklerinde, sizin yediklerinize ilgi göstermeye başladıklarında ve hatta sizin elinizden yiyeceklerinizi kapmak için türlü türlü numaralara giriştiğinde ama kapamayıp yalnızca havayı aldığında ve hatta bu havayı çiğnediğinde (yani çiğneme hareketi yapmaya başladığında) hazırlardır demektir; yazık günah verin eline bir şeyler de yemeyi öğrensin. Bu aşamaya gelmiş bir bebeği 1 yaşına kadar 7/24 emzireceğim diye bekletmenin de bir anlamı yok. Çünkü bu da emeklemek, yürümek gibi doğal bir süreç, hazır olduklarında yapıyorlar. Ve ilk kez kendi sandalyelerinde sofraya oturduklarında anlıyorsunuz artık 4 kişilik bir aile olduğunuzu :)))

Tabii ilk haftalarda boğazından bir şey geçmesini beklemeyin, o bir dönem yiyecekleri tutma, ağzına götürme ve çiğneme yetilerini geliştirecek. Aman boğazından bir şey geçmedi diye de üzülmeyin, çünkü 1 yaşına kadar bebeklerin temel gıdası hala anne sütü ya da emziremeyen anneler için mama. Hiçbir yiyeceğin besin değeri anne sütünün verdiği zenginlikte olamaz. O yüzden memelere kuvvet, emzirmeye devam. Hatta yemeklerden önce mutlaka emzirin ki bebeğiniz için katı gıdaları tanıma ve bu konudaki yetilerini geliştirme olayı daha eğlenceli ve rahat geçsin.


BLW'ye başlama döneminde (6 ay civarı) işaret ve baş parmakla tutma yetileri (pincer grasp) gelişmediği için ilk zamanlarda parmak şeklinde kesilmiş yiyecekler (finger foods) sunmak gerekiyor (nasıl sizin parmağınızı tutup ağzına götürüyor, işte o şekil, eliyle tuttuğunda yukarıdan çıkacak ki ağzına götürebilsin). Bir de ilk haftalarda genellikle çiğnedikten sonra çıkartıyorlar. Hatta henüz yutmayı becremedikleri için bol bol öğürüyorlar. Fakat, aman öğürdü diye paniğe kapılmaya da gerek yok, bu öğrenme aşamasında çok normal bir durum, 1-2 haftada geçiyor.

Paniğe kapılıp püre verirseniz belki öğürmesini engellemiş olursunuz ama aynı zamanda çiğneme yetisinin gelişimini de engellemiş olursunuz. Tabii yiyecekleri tutup ağzına götürme yetisinin gelişimini de. Zaten şu ebeveynlik kitaplarında yazılan tüm tavsiyeleri, önerileri geçin ve şuna bakın: çocuğunuz için yaptığınız bir şeyi uzun vadeli olarak devam ettirebilecek misiniz? Örneğin, şu anda kolunuzda-ayağınızda sallayarak kolayca uyutabiliyorsunuz ve fakat 3 yaşına geldiğinde de hala bu şekilde uyutabilecek misiniz ya da bu şekilde uyumaya devam etmesini istiyor musunuz? Nasıl uyumasını istersiniz? Ya da 5 yaşına kadar kaşıkla beslemeye devam etmek ister misiniz? Püreyle sevmediği yiyecekleri kakalamayı ya da daha çok yedirmeyi şimdi başarabilseniz de, bunu ne kadar süre devam ettirebileceksiniz? İleride nasıl yemek yemesini tercih edersiniz?

Bir de kaşıkla beslemede şöyle bir sorun var. Sindirim ağızda başlıyor, ağızda lokmayı evirip çevirecek ki o yiyecekler yumuşasın, tükürükte bulunan enzimlerle sindirilmeye başlasın. Kaşıkla, ne oluyor? Dilinin arka tarafından lüp diye mideye gidiyor püreler. E mide de bir organ sonuçta. Ve biliyorsunuz vücudumuzdaki organlar tek başına çalışmıyorlar, bir sistemin parçası olarak işlev görüyorlar. Burada söz konusu olan sistem de, sindirim sistemi ve bunun başlangıç noktası da ağız. O yüzden no püre, no kaşık!

Yani daha doğrusu, sizin kontrolünüzde olan kaşık yok, yoksa sonsuza kadar elleriyle yemeyecekler, merak etmeyin. Bebekler başkaları tarafından kaşıkla beslenme olayını hiç sevmiyorlar, hep kendileri yapmak istiyorlar, kaşığı uzattığınızda da kendileri tutmak istiyorlar. Bebeğim iştahsız diyorsanız, önüne kendi kendine yemesi için yemek koymamışsınız demektir. Aman etraf batmasın diye kaşık hakimiyetini bırakmak istemeyebilirsiniz ama eline kaşık vermezseniz nasıl gelişecek bu yeteneği? Ben mimi'de yaşadım bunu, ona yedirebilmek için onun eline kaşık verirdim, bu arada oyunlarla ağzını açtırıp püreyi tıkıştırırdım. Tabii hiç mutlu olmazdı, ayrıca bizim için de işkenceye dönüşürdü. Şimdi ne püre hazırlama derdi var, ne de binbir türlü numaralarla yedirme derdi. Artık, sofraya hep birlikte oturup yemeğimiz soğumadan, nöbetleşe yemek yemek zorunda kalmadan, yediklerimizin tadına varma günleri var. Yaşasın sofra keyfi, yaşasın gerçek yemek!


Devamı: İyisiyle Kötüsüyle BLW (Baby Led Weaning)




March 3, 2013

Mağara İnsanı Olarak Çocuk

Yemek yemek istemeyen mimi'nin son bahanesi:
"Yemek yememe gerek yok, boşver. Zaten yemek yiyince evdeki yemekler bitiyor, sonra markete gidip alışveriz yapmak zorunda kalıyoruz, yoruluyoruz."
* * *

Evet dertliyim. Ama yemekle derdi olmayan anne yoktur herhalde. Tabii derdi olan çocuklar değil, anneler. Sanırım daha çok Amerikalı ve Türk anneler, bir de Çinli annelermiş. Amerika ve Çin'de yapılan bir araştırmaya göre çocuklara söylenen yalanlar arasında "sebze yenmezse kör olunacağı", "brokolinin boy uzattığı" gibi akıllara ziyan yalanlar da varmış.

Biz de denesek işe yarar mı acep :P Şaka! Çocuklara hiçbir konuda yalan söylenmesini doğru bulmuyorum tabii. Hatta kakalama yöntemi ile yemek yedirilmesine de karşıyım. Bu şekilde belki günü kurtarabilir, çocuğunuzun sevmediği yiyecekleri, sevdiği yiyeceklerin içerisine kakalayarak yedirebilirsiniz ama çocuğunuzun sağlıklı yiyeceklerle pozitif bir ilişki kurmasını ve bu ilişkinin, ileride, sizin yokluğunuzda da devam etmesini istiyorsanız bu yöntemin ne kadar işlevsiz olduğunu kavramak zor olmaz.

Bizim mimi sebze yemiyor diyemem aslında. Taze fasulye, kara lahana, salatalık, havuç, kırmızı biber, kabuklu bezelye (snow peas), brokoli ve karnabahar yiyor. Genellikle çiğ tercih ediyor ama fasulyenin pişmişini de yiyor, kara lahanayı da pişmiş seviyor. Hatta çiğ fasulye ve kara lahanayı, makarnaya tercih ediyor. Meyveler zaten hiçbir zaman problem olmadı, bazen sadece meyve ve sebzeyle beslendiği oluyor.

Bizim sorunumuz, daha doğrusu benim sorunum et yememesiydi. Bir gün köfte yerken "siz ölünce hiç köfte yemeyeceğim!" dedi. Korkudan evdeki tüm köfteleri çöpe attım, neyse ki fazla yoktu. Türkiye'ye gittiğimizde ziyaret ettiğimiz tüm akrabalarımız ve arkadaşlarımız mimi geliyor diye köfte-patates ya da köfte-pilav menüsü hazırlamıştı. Çocukların sevdiği şeyler olarak bilinir ama bizim cins kızımız ne köfte, ne patates ne de pilav yedi. Sevmedi, sevmiyor. Aslında onu suçlayamam ben de köfte seven bir insan olmadım hiçbir zaman, ama patatese dayanamam o ayrı :)

Neyse, köfte, tarihimizden silindikten 5 ay sonra, burada bir arkadaşımıza yemeğe gittik. O da köfte yapmıştı, hay allah dedim içimden bizim kız yine aç kaldı ama aç da yaşayabildiğini deneyimlediğim için çok da dert etmedim. Ve fakat bizim kız büyük bir iştahla yedi köftesini ve hatta ikinciyi istedi. Bana mıydı yani tüm kaprisi diye içimden söylendim epey. Sonra ben de tattım, ben de büyük bir iştahla yedim. O an F.'nin ellerini öpmek geldi içimden. Ölmeden bir daha köfte yediğini göremeyeceğimi düşünüyordum ki öldükten sonra zaten yemeyecekti. Neyse ki, toplumsal ahlak kurallarına uyarak, kibarca ellerine sağlık deyip hemen tarifi istemekle yetindim.

Tarif basitmiş, hatta fazla basit. Zaten bu veletlerin bir yiyeceği yeme olasılığı yemeğin hazırlanma süresi ve malzeme sayısıyla ters orantılıymış. Tevekkeli dolaptan çiğ fasulyeleri, bezelyeleri, havuçları aşırıp aşırıp yemiyormuş. Bir de aşçı olacağım diyor kerata. Kim gelsin senin lokantana! Anca "raw food"çular. Ama neyse ki fazla yorulmayacak, işi kolay olacak, buzdolabından çıkar, koy önlerine. İyi valla, ben de böyle bir iş tutsaymışım keşke :P

Neyse, tarif şöyleymiş: ekmek ve soğan yok, sadece biraz baharat (azıcık tuz ve karabiber) ve kıyma. Ama en önemlisi şişe geçirip kömür ateşinde yapar gibi üstten verilen ısıyla fırınlamak. Bizimki baba tarafından Adanalı olduğundan mıdır nedir, büyük bir iştahla yedi o şekilde köfteleri.

Veganlardan ve vejeteryanlardan çok özür dileyerek yazıyorum, bir de bu arada kemikli eti keşfettik. Onu da bayılarak yiyordu. Kemik yoksa et yemeyi reddediyordu. Bu kemik ve şiş faktörünü düşününce, anladım ki bizim mimi hala içindeki mağara insanından kurtulamamıştı. Harvey Karp'ın çocukları mağara insanı olarak tanımlamasını başta yadırgamıştım ama mimi'nin, içim kalkarak kemikli et yemesini izleyince ne demek istediğini çok iyi anladım.

İkinci bir faktör de vücudumuzun ihtiyaçlarıydı. Bir arkadaşıma beslenme piramidini anlattığım bir gün, insanın canı, bedeninin ihtiyacı olan şeyleri çeker, o yüzden biz böyle reçetelere göre beslenmiyoruz, bedenimizi dinliyoruz dediğinde gözlerimi pörtleterek ama bilim insanları, vs. diye bıkbık ederken hemen böyle bir şeyin altında yatan bilimsel gerçeği araştırmalıyım diyerek harekete geçtim. Ve bilimsel bilgi saplantımın beni yanıltmadığını gördüm.

Birincisi, bir yiyeceğe 'aşermek' benim gibi orta yaşa gelmiş bir insan için çok boyutlu elbette, işin fizyolojik temeli olduğu kadar, psikolojik, sosyal ve toplumsal yönleri de var. Ama çocuklar için daha basit. Gelişmeleri için ihtiyaç duyduğu temel besin maddelerini canları çekiyor. Ve Baby Led Weaning kitabında yer verilen bir araştırmaya göre çocuklar belli bir dönemde belli bir gıdayı tercih etseler bile, seçim hakkı kendilerine bırakıldığında totalde dengeli besleniyorlarmış. Tabii burada dikkatli olmak gerekiyor, çocuğumun bedenini dinlemesine saygı gösteriyorum derken, gereksiz yere zararlı ürünlere maruz bırakmamak gerekiyor. Çünkü örneğin bedeni enerji için karbonhidrat istiyorsa, sizin haydutunuz da önceden tanışmışsa "çikolataaaa" diye sayıklamaya başlayabilir. Bu noktada bir ebeveyn olarak uyanık davranıp o çikolata diye sayıklamaya başlamadan önce önüne meyveleri yığarsanız, bedeni enerji ihtiyacını karşılayacağı için ortada çikolata krizi falan kalmayacaktır. Yalnız dikkat edilmesi gereken nokta, ağızdan "çikolata" lafı çıkmadan önce atağa geçmektir. Çünkü laf ağızdan bir kere çıkınca, bunu önce kulak duyar, sonra beyinde simgesi canlanır ve işin içine tüm duyu organları katılarak bu isteği sadece fizyolojik bir istek olmaktan çıkar ve sizi, artık tüm bedeni ve ruhuyla çikolata isteyen bir haydutla uğraşmak durumunda bırakır. Ondan sonra durumu meyveyle kurtarma ihtimaliniz sıfıra doğru hızla düşer. O yüzden uyanık olup bebenizin enerji ihtiyacı ortaya çıkmadan önce atağa geçmeniz gerekir.

Karikatür: Arnie Levin

Bu bedenin istekleri doğrultusunda bir yiyeceğe aşerme, miminin kemikli et sevdasını da açıklıyor aslında. 40 kez söylememe rağmen hala duvarları/masaları boyuyor olması özündeki mağara insanının davranışlarından kaynaklanıyor olabilir ama biraz araştırınca gördüm ki kemikli eti tercih etmesinin altında bedeninin ihtiyaçları önemli bir rol oynuyormuş. Kemiğe yakın etlerin ve hatta kemiğin besin değeri diğer parça etlere göre çok daha yüksekmiş. Tevekkeli, marketlerde kemikli et için özel reyonlar açmamışlar. Şu popülerleşen paleo diyeti sayesinde pek çok markette özel bölümler açılmış, internette kemikli et suyuyla yapılan çorba tarifleri tera-bit'lere ulaşmış. Ve bakın paleotik çağdan beri soframızdan eksik olmayan kemikli et suyunun faydaları nelermiş:
  • Mükemmel bir mineral kaynağı --hem makro mineraller hem de mikro. Eğer süt ve süt ürünlerine hassasiyetiniz varsa kalsiyum ve magnezyum ihtiyacınızı kemiklerle hazırlayacağınız et suyundan karşılayabilirmişsiniz. 
  • Eklemler için çok faydalıymış --glukozamin ve kondroitin deposu (bunları ben de bilmiyorum ama pek havalı duyuluyor :P Yazıda diyor ki, eklemlerle ilgili sorun yaşayanlara önerilen ilaçların içerisinde varmış.)
  • Kemikli et suyundaki besinler vücudumuz tarafından kolayca emilebiliyormuş. 
  • Sindirim sistemimiz için iyileştirici özelliğe sahipmiş. Özellikle otoimmün hastalığınız varsa (Hashimoto tiroidi gibi --ki bende var, sağolsun Haşi hazretleri 4 senedir bana az çektirmiyor) bağırsak florasını tedavi edici özelliğe sahipmiş kemikli et suyu. 
  • Amino asit yönünden çok zengin olduğu için protein ihtiyacımızı azaltıyormuş ve bu sebeple, aynı zamanda, daha ekonomikmiş.
  • Karaciğerin toksik maddeleri vücuttan atmasını sağlayan amino asit glisin yönünden de fazla olduğu için detox olarak da kullanılıyormuş. 
  • Ve de lezzetinize lezzet katıyormuş. 
Yapımı biraz uzun sürse de hazırlama süreci çok basit. Kemik, kemikli et, ne varsa, ne kadar varsa, bir çorba kaşığı elma sirkesi ile suya koyup kaynatıyorsunuz (elma sirkesi kemikte bulunan minerallerin suya karışmasını kolaylaştırıyor). Bu şekilde kaynadıktan sonra altını kısıyorsunuz ve paleocu annenin tarifine göre 24-48 saat kaynatıyorsunuz (ben 5-6 saat kaynattım sadece). Daha sonra içerisine 6-8 kereviz sapı, 1 soğan, 6-8 sarımsak, 3 defne yaprağı, 3-5 havuç ve 1 çay kaşığı tuz koyup paleocu annenin tarifine göre 4-8 saat daha kaynatıyorsunuz (ben 1-1,5 saat kaynattım), burada altını biraz açmak gerkekiyor çünkü en düşük ısıda sebzeler pişmiyor. Sonra suyunu süzüp ister içiyorsunuz, ister yaptığınız diğer yemeklere, çorbalara kullanıyorsunuz, kemikleri de, varsa evde küçük bir mağara insanı, onun önüne atıyorsunuz ve evrim teorisinin ispatını kendi evinizde canlı olarak izlemek için karşısına oturuyorsunuz. Hala iştahınız kalırsa siz de etlerden mıncıklayarak eşlik ediyorsunuz. Herkese afiyet olsun!


Kaynaklar
Eat Naked: Healing Foods 101: Seven reasons to add bone broth to your daily diet.
Underground Wellness: Top 5 Reasons Why Bone Broth is The Bomb.
The Paleo Mom: Chicken Bone Broth (Revisited)