Showing posts with label oyun. Show all posts
Showing posts with label oyun. Show all posts

March 10, 2013

"Tüm zamanların en popüler oyuncakları"

Uzunçorap sitesinde yayınlanmıştı tüm zamanların en popüler oyuncakları. Baktım bizim evde de durum aynı, paylaşayım istedim.

Sopa
Bizde her şekilde kullanılıyor. Sihirli değnek havası verip birbirimizi çeşitli yaratıklara çevirmek, üzerine binip 'uçmak', çamur çorbası karıştırmak, kılıç savaşları yapmak, toprağa ağaç gibi dikip sulamak, toprağı eşeleyip solucan/salyangoz bulmak, başlıca kullanım alanları. Henüz birbirimizi sopalamak için kullanmadık ama bu 4 yaş veletlerinin dilleri bu hızla uzamaya devam ederse yakındır :P Bkz. en son söylediği laf:
"4 years-old'lar annelerinin ne dediğini anlarlar ama annelerinin söylediği her şeyi yapmazlar!"



Boru
Bu oyuncak, benim çocukluğumun da en popüler oyuncağıydı. Küçükken plastik su borularını kesip/kestirip çeşitli dizaynlar yaparak kağıttan yaptığımız okları ya da meyve çekirdeklerini atmak için kullanırdık, iyi gözlerimiz sağlam kalmış şimdi cesaret edemem bizimkilere yapmaya. Bizde borular, şu aralar daha çok dürbün ya da teleskop görevi görüyor. Hatta daha önce yazmıştım, tuvalet kağıdı rulosundan yaptığımız dürbünlerle hazine avı oynayıp, evin her köşesine yayılmış hazineleri (a.k.a. oyuncakları) toplamaya yarayabiliyor.

Kutu
Çok işlevli bir başka popüler oyuncağımız da kutu. Kutuları genellikle içlerine bir şeyler doldurup taşımacılıkta kullanabildiğimiz gibi, oyununa göre gemi ya da bebekler için oturak olarak da kullanabiliyoruz.

İp
Benim çocukken en çok kullandığım oyuncak, ipti sanırım. Bayılırdım ip atlamaya. Boyunlara kadar lastik atlardık, saatler boyunca. Lastiğimle yatar, lastiğimle kalkardım, nasıl değerliydi benim için o beş paraya aldığımız don lastikleri. Bir de el oyunları oynardık, birbirimizin elinden farklı farklı şekillerde alıp farklı dizaynlar yapardık. Bizimkinin yaşı biraz büyüsün de oynayalım yine. Bak şimdiden heyecanlandım. İp bizim evde, kış aylarında, daha çok kolye/bilezik yapımında ve dikiş nakış işlerinde kullanılıyor; baharda da uçurtma uçurmak için. Bir de dans ederken kurdelelerle havada 19 Mayıs figürleri yapıyoruz :P Kutuyla birleştirildiğinde de çok güzel bir oyuncak oluyor, taşımacılık sanatında adeta bir vazgeçilmez kendisi.



Toprak
Yaşadığımız yerde kış aylarında -30'lara varan hava soğukluğu ve bir türlü kalkmayan kar yüzünden ulaşması zor olsa da, bu da tüm zamanların en iyi oyuncaklarından biri. Üstelik topraktan geçen ve insanın kendisini iyi hissetmesini sağlayan iyi bakteriler de cabası :)

Kardeş
Bu Uzunçorap'taki yazıda bahsedilmemiş ama bence bu da tüm zamanların en popüler 'oyuncak'ları arasında yer alması gereken bir şey :) Bakınız bizim evdeki sayısız kullanımından birkaçı:



February 12, 2013

Çocuğunuza oyuncaklarını nasıl toplatırsınız?

Aslında çocukların her alanda özgür olmaları gerektiğini düşünüyorum. Dağıtma özgürlüğü de bunlardan biri olmalı. Legolarla oynarken ve her bir parça odanın her bir metrekaresine yayılmışken bir anda kalkıp kostüm sepetini devirip cadı kostümünü bulup giyiyorsa ne cadılığındandır ne de sizi gıcık etmeye çalışıyordur. Siz gıcık olabilirsiniz o ayrı :P Ama hayalgücü çocuğu alıp oraya götürdüyse onun suçu değil gerçekten. Bırakın dağıtsın, eşya değil mi, nasıl olsa bir gün toplanır.

Ve hiç merak etmeyin, o günün gelmesi fazla uzun sürmüyor. Ev bazen, aslında çoğunlukla, öyle bir dağılıyor ki insanın ve dahi çocuğun o dağınıklıkta oyun bile oynayası gelmiyor ve böyle bir durumda çocuğunuz sizden iPad dilenirken, siz de ona şart koşarak, önce oyuncaklarını toplamasını dilenebilirsiniz. Bu bir yöntem, nadir de olsa işe yaradığı olur.

Bir başka yöntem de, iki çocuğunuz varsa ve büyük olan okula gidiyor, siz küçükle evde kalıyorsanız, büyük okuldayken küçük uyanınca beraberce toplamak olabilir ki biz çoğunlukla böyle yapıyoruz. Bir müzik açıp ufaklığı yere koyuyorum, önüne, sağına, soluna birkaç tane de oyuncak, hem o ileri-geri, sağa-sola hareket etmiş oluyor, hem de abla evde yokken onun oyuncaklarının tadına bakma fırsatı buluyor ve bu durumdan son derece hoşnut oluyor; öyle ki ağzının salyaları akıyor :P Sonra abla gelmeden yapılması gereken bir iş daha çıkıyor ama olsun, [oyalandığı süre] - [salya temizleme süresi] > 0 oluyor. Yani, her halükarda size daha çok zaman kalıyor.


Hazine Avı
Bir diğer yöntem de oyun oynarken, oyunun içine toplama işini yedirmek. Bunun için en uygun oyun Hazine Avı. Üstelik öncesinde bir de yaratıcı çalışma yaparak birlikte güzel vakit geçirme imkanı bile bulabilirsiniz. Bunun için ihtiyacınız olan şeyler son derece basit.

- 4 tane tuvalet kağıdı rulosu
- Suluboya
- Yapıştırıcı
- Kağıt
- İp

Tuvalet kağıdı rulolarını suluboya ile boyayıp şekildeki gibi ortasına kağıt koyarak yapıştırıp iplerini geçirerek birer dürbün yapabilirsiniz. Sonra da elinize birer çanta alarak, dürbünlerinizle evin orasına burasına dağılmış 'hazineleri' (yani oyuncakları) bulup birlikte çocuğunuzun odasına getirebilirsiniz.

Başka bir varyasyonda, çocuğunuz kendi hazinelerini toplarken siz de kendi hazinelerinizi (dağılmış kitaplar, çoraplar, bezler, vs.) toplayıp yerlerine koyabilirsiniz. Böylelikle eğlenirken toplatan bir oyun oynamış, evin içerisinde 'hazine' bulmak için oradan oraya koşarken hareket etmiş olursunuz.

Eveeet, bir, belki aradan bir süre geçtikten sonra bir defa daha yapılabilecek bir aktiviteyle 2 günümüz kurtulmuş oldu. Bu çocukların 5 yaşında kendi kıçlarını toplayabileceğini varsayarak, geriye kaldı sadece 363 gün diyorum :P Kalan günler için sizden öneriler bekliyorum sayın okuyucular. Haydi şimdi pamuk eller klavyeye lütfen :)

October 11, 2011

Alternatif oyuncaklar?

Evet, burada kargocular her şeyi kutu içerisinde getiriyor gerçekten. İşte yine böyle bir gün, 'kutucu'lar bize bir oyuncak getirdiler. Oyuncak almak pek adetten sayılmaz aslında bizim evde. En son oyuncağını ne zaman aldığımızı bile hatırlamıyorum. Yılda 1-2 kezi geçmez sanırım. Bir de doğumgününde hediye gelenler oldu 2 senedir, onların da plastik olanları (yani büyük çoğunluğu) geri dönüşüm merkezinde yerlerini buldu, o kadar.

Ammaaa gelin görün ki, bu anne nedense oyuncak ev konusunu saplantı haline getirmişti bir süredir. T.'yi de zorla kandırdı. "Çocuklar bu tarz oyuncaklarla çok uzun süre oynuyormuş ve çok seviyormuş, hem biz de nefes alırız arada, ayrıca bu bebek evleri çocukların dramatizasyon yeteneğini geliştiriyormuş, hem Amazon kartı da verdiler bana, ilk alışverişte 30 dolar da indirim [kek dediler bu, hemen bağlayalım] vs. vs." diye diye bir sürü dil döktükten sonra baba da razı oldu bu evi almaya.

Fakat anne hastalıklı olmayagörsün! 'Kutucu' evi getirdi, ailecek bu ev bir güzel kuruldu, mobilyalar ve oyuncak bebekler içine yerleştirildi, çocuk sevindi, baba sevindi ama anne üzgün! İçi içini kemiriyor:
- Ne gerek vardı bu oyuncağa! Çocuk güzel güzel hayali oyun arkadaşlarıyla ve çeşit çeşit canavarlarıyla oynuyordu, kendisini şekilden şekile sokuyordu, hatta kahvaltıda önüne konan peynirleri bile konuşturup oynatıyordu midesine doğru yolculuğa göndermeden önce. Ne güzel çadır almamayı başarmıştım, farklı farklı çadırlar yaptık her istediğinde, yeri geldi kendisi yapmaya başladı çadırları, çeşit çeşit. Şimdi bu ev... ve ah kafam!!! Çocuğun yaratıcılığını köreltmek için birebir! İçindeki her şey tamamen stereotip: "Dubleks evimizde 4 kişilik mutlu beyaz ailemizle birlikte lüks içerisinde yaşıyoruz, lala lala la la la" Aman ne güzel(!) Bravo size! 
Ve tabii bana! T. "bir tek oyuncakla çocuğun yaratıcılığına bir şey olmaz" dedi, "ben artık seninle uğraşamayacağım!" dedi, demesine ama ev yine de paketlenip kaldırıldı, yavruya da tatile çıktıkları bildirildi, belirsiz bir süreliğine, evleriyle birlikte. Orta sınıf değil mi ya, çıkarlar çıkarlar, istedikleri yere istedikleri eşyalarla birlikte, istedikleri süre boyunca gider bunlar! [Duyan da "Das Kapital" okuyoruz sanacak çocuğa uykudan önce. "Bak yavrum şu sakallı adam, Karl amcan; sınıf diyor, çelişki diyor... ha yok senin bildiğin sınıf değil bu başka... hayır yavrucum ittirmiyormuş arkadaşlarını; bu sınıf çelişkisi, arkadaşlar arasında olmuyor pek, üst sınıflar yapıyormuş... yok öyle üst değil..." :P]

"Bütün kalbiyle ve elleriyle"
Evet, bir oyuncaktan bir şey olmaz belki ama bunun arkası var, arkasında yatan şeyler var... Ben mi gereğinden fazla düşünüyorum bilemiyorum ama, bir kere gelen bebek figürleri son derece klasik bir aileyi canlandırıyordu. Anne ve kız etek giymiş, baba kıravat takmış, oğlan da klasik oğlan kıyafetleri giymiş, dubleks evleri en klasiğinden mobilyalarla döşenmiş, anne de mutfak kısmında resmedilmişti. Belki bunlar da alternatif şekillerde oynatılabilir, mutfağa hepsi birlikte girebilir, farklı roller canlandırılabilir, vs. tamam ama yine de ters olan bir şeyler var burada. Aslında derdimin ne olduğunu Mumuk Oyuncakçıda kitabını okuduysanız çok iyi anlarsınız.
“Gösteri bitti” diyor yaşlı palyaço.
“Fakat size söyleyeceğim bir iki şey daha var. Oyuncaklar ve çocuklar için çok önemli şeyler. Uzun zaman önce, çocukları çok seven bir marangoz yaptı beni. Çalışırken her zaman çocukları düşünen ve bütün sevgisini oyuncaklara aktaran bir marangoz. Oyuncaklar da marangozdan aldıkları sevgiyi, kendileriyle oynayan çocuklara verirlerdi. 
 Ama artık, oyuncaklar fabrikalarda yüzlerce, binlerce sayıda üretiliyor. Tamamen sevgisiz. Böylece onların da çocuklara verecek sevgileri olmuyor. Çok yazık tabii.” 
[Yazık tabii! Ayrıca bu binlerce üretilen oyuncağın yanısıra, yaratılan tüketim kültürünü ve akabinde oluşan çevre kirliliğini siz düşünün. "A kadın! Siparişi verirken aklın neredeydi" diyorsanız, e siz de haklısınız tabii... ah kafam ah!]

Kitabı bana arkadaşım Şirin önermişti. Onlar çok uzun süre severek okumuşlar, şimdi biz okuyoruz ve çok seviyoruz tüm Mumuk kitaplarını ve Selçuk Demirel kitaplarını. Bu kitap da gerçekten çok katmanlı, çok iyi işlenmiş bir kitap. Bir tarafta çok önemli meselelere değinirken oyuncakların gözünden, diğer tarafta Mumuk'un bebeğini adım adım dikişini görüyoruz. Bizim yavruya sordum geçen akşam, biz de Mumuk gibi dikelim mi bir bebek, ister misin diye, "evet hadi dikelim, şimdi dikelim" diye heyecanlandı bir anda. Hiç denemedim daha önce ama neden olmasın?

TRT 2'de bir program vardı; bir bölümüne rast gelmiştim, dede cevizin üzerine delikler açıp içini boşaltıp sonra ip geçirerek torununa yoyo gibi bir oyuncak yapıyordu. Var mı bu tarz alternatif oyuncakların nasıl yapıldığını bilen, kendisi Mumuk gibi "bütün kalbiyle ve elleriyle" yapmış/dikmiş olan, bu beceriksiz ve ahmak anneye uygun bir öneri sunabilecek olan? Varsa heyecanla bekliyoruz!

September 12, 2011

Sözlü oyun (kısa version)

Evren: Seninle bir oyun oynayalım mı?
YavruSu: Nasıl?
Evren: Sözlü oyun. Ben soracağım sen cevap vereceksin; şöyle:
 - Komşu komşu huu, oğlun geldi mi?
 - Geldi.
 - Ne getirdi?
 - İnci boncuk.
 - Kime kime?
 - Sana bana.
 - Başka kime?
 - Kara kediye.
 - Kara kedi nerde?
 - ...
Evren: Hadi oynayalım, ben başlıyorum: Komşu komşu huu, oğlun geldi mi?
YavruSu: Gelmedi.
Evren: Nasıl?

April 5, 2010

Denkleme Kartları ve Bir Aktivite

Fibonacci sayılarını bilir misiniz? 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, ... diye giderler. İlk iki sayıyı toplayıp üçüncü terimi (1+1=2), iki ve üçüncüyü toplayıp dördüncüyü (1+2=3), üçüncü ve dördüncü terimleri toplayıp beşinciyi (2+3=5) elde edersiniz. Ve bu böyle sürer gider. Peki nerden çıkmıştır bu dizi? Tabii ki doğadan. Fibonacci, vakti zamanında (1202), tavşanların ideal koşullar altında ne kadar hızlı ürediklerini ve 1 sene içinde tavşan popülasyonunun ne kadar olacağını merak etmiş ve oturmuş bu diziyi ortaya çıkarmış. İşin detayına girmeden kısaca gösterecek olursak, şöyle bir tablo ortaya çıkmış:



İşte ben de ailemizin önümüzdeki 10 yıl içerisinde kaç kişi olacağını hesaplamak için....
Şaka şaka henüz o kadar delirmedim :) Ama yakındır. Yine bir final dönemine girdik de. Neyse ki son üç haftamız ve sonra ver elini tatil, türkiye, YavruSu'yla kabusa dönüşecek bir uçak yolculuğu... Of, bitsin artık şu öğrencilik, yeter! Ama kurtuluş yok bana, annemler göbeğimi Ege Üniversitesine gömmüşler. O yüzden ben de kazık çaktım üniversitelere. Oysa racon çatısından atmakmış :(

Anti parantez, dertlerimi ve göbeğimle ilgili gizli gerçekleri sizlerle paylaştıktan sonra konuma döneyim. Şimdi diyeceğim şu ki, yaptığınız şeyleri doğayla, hayatla ilişkilendirdiğiniz zaman hem daha ilginç buluyor hem de hiç unutmuyorsunuz değil mi? Değilse hemen bu yazıyı okumayı bırakıp doğru bir doktora koşun! Çünkü çoğu insan için öyle, en azından benim gözlemlediğim kadarıyla. Mesela, bu yüzden Fibonacci sayıları tarihte en çok ödev yapılan konu olmuştur. Çocukların çok ilgisini çeker, yaşayan matematik, herkes için matematik gibi kitaplarda, bilimum okul dergileri, ve çeşitli yerlerde hep karşımıza çıkar. Bunlara göre matematik aslında yaşamın kendisidir. Yalan! Sevimli göstermek için, Fibonacci dizilerini örnek verirler. Sonra öğrenci (ben oluyorum bu kişi) bir girer matematik bölümüne ki, hayatı olur külliyen yalan. Yani Fibonacci ve bunun gibi doğayla hayatla örtüşen şeyler de vardır tabii ama genelde teoridir, soyutlamadır matematiğin kendisi. Neyse biz yine işin sevimli kısmına dönelim.

Fibonacci sayıları ile doğada pek çok yerde karşılaşabiliriz. Mesela çiçeklerin yaprak sayıları: 3, 5, 8, 13, 21, ... diye gider. Hoş giden kısmındaki kadar yaprağa sahip olan bir çiçek görmedim henüz ama 21 gördüm, bkz. papatya; 13 de sarı papatya:


Ya da bir elmanın çekirdeklerinin gizlendiği bölme sayısı:



Bir de spiral yapı vardır, yine Fibonacci sayıları ile bağlantı kurabileceğimiz. Hatırlarsanız ilk iki terimimiz 1'di. Önce kenarı bir birim olan iki tane kare alırız, bunları yanyana koyunca iki birim olur, sonra bu iki tane bir birimlik karenin üzerine iki birimlik bir kare koyarız, etti mi size yana gelecek 3 birimlik bir kare daha, işte aynen diziyi oluşturduğumuz gibi oluştururuz spiralimizi de.


Ve doğadaki Fibonacci spiralleri:


Bir de bu Fibonacci dizisinin ardışık terimlerinin birbirine oranı altın oranı verir. O yüzden Fibonacci sayıları ile oluşturulan spirallere de altın spiral denir ve bu konuyla ilgili yazacak daha çok şey vardır da sizin "eee???" dediğinizi duyar gibi oluyorum. E'si şu: flashcardlara alternatif buldum :) Birbirinin aynı eşini bulmak durumunda olduğunuz flashcard türünü baştan beri pek sevmemiştim. Bu tarz aktiviteleri yaratıcılıktan uzak ve tek tipleştirici buluyordum. Geçenlerde kütüphaneden Eric Carle'ın şu kitabını almıştık ve çok hoşumuza gitmişti. Kitabı yatay olarak ortadan ikiye ayırmışlar, üstte geometrik şekil var (üçgen, kare, daire, yarım daire, eşkenar dörtgen, vs.) alttaki sayfalarda da doğadan örnekler (çadır, resim çerçevesi, güneş, uğur böceği, karpuz dilimi, uçurtma). Yani birbirinin tıpatıp aynısı olan iki şeyi bulmaya çalışmak yerine, doğadaki paternleri keşfediyorsunuz. Böylece algınız yalnızca aynı olanlara değil, farklı şekillerdeki binbir çeşit şeye de açık oluyor. Hem, kimbilir belki bu sayede farklı bir farkındalık da yaratılmış olur farkında olmadan. İşte en güzeli de o olur o zaman :)

İnternette Almanca örneğini bulabildim ama kabaca şöyle bir şey:


Tabii ki bu kitapla sınırlı kalmak zorunda değilsiniz. Siz kendiniz de evde yapabilirsiniz. Tamam sadece evde olmak zorunda değil, hatta mümkün mertebe dışarı çıkmakta fayda var. Fotoğraf çekmeyi, resim yapmayı sevenlere de çok güzel bir aktivite çıkmış olur burdan. Internetten indirdiğiniz resimlerle bile olur. Ama tabii bu download işini ahlakına uygun yapmak koşulu ile. Şu anda vaktim olmadığı için yapamıyorum; umarım yazın YavruSu ile birlikte çektiğimiz fotoğraflardan birşeyler hazırlayabilirim. Bu arada yapıp da paylaşmak isteyen olursa çok sevinirim. 10 tane denkleme kartı hazırlayıp gönderen ilk üç anneye süpriz hediyelerim olacak duyurulur ;)


Kaynaklar:

January 30, 2010

Şimdiki çocuklar harika, peki ya oyuncaklar? - IV


Geçenlerde blogunu biraz rötarlı olarak bulduğum ve o gün bugündür çok severek takip ettiğim Yasemin'in oyuncaklarla ilgili bir yazısına rastladım ve okumamış olanlar için buraya taşımak istedim. Sağolsun Yasemin de bu talebime hemen olumlu dönüş yaptı ve sayesinde seri tamamlanmış oldu :)

"...çocuklara zeka geliştirici oyuncak alma takıntısını neye benzetiyorum biliyor musunuz? medya gazlamasıyla halkın galeyana gelip vatana millete sahip çıkmak adı altında, nerdeyse refleks olarak balkonlarına bayrak asmasına. birinde okullarda kafamıza kazınan dokunulmaz vatan-millet-sakarya zihniyetiyle ülkeye sahip çıkma görevinin, diğerinde ise iyi ve sorumlu ebeveynlik görevinin yerine getirildiği sanılıyor. bizim sokaktaki bir apartmanın girişine bayrak direği diktiler böyle zamanlardan birinde, kaç yıl geçti üzerinden, bayrak 365 gün 6 saat dalgalanıp duruyor, bayrak kanunu falan hak getire. aslında bir bayrakla ya da düğmesine basınca sesler çıkarıp renkler saçan, ya da zeka geliştirdiğini iddia eden bi oyuncakla/dvdyle hiçbir görev yerine getirilmiş olmuyor." 

yazının devamı için tıklayınız.

January 23, 2010

Şimdiki çocuklar harika, peki ya oyuncaklar? - III


Geçen yazıda bahsettiğim "kutudan araba" ve "oklavadan at" olayını düşünüyordum bir süredir, neden çok sevdiğimi... Buldum!
Çünküüü:
  1. Bunlar, oyunun içerisinde sadece bir araç olarak kullanılan malzemeler.
  2. Doğallar.
  3. Çocuk büyüdükçe onunla birlikte farklı anlamlar kazanabilirler.
  4. Çocuğa araba ve at konusunda bir şablon sunmadığı için, çocuğun zihninde her daim gelişip değişen imgeler oluşmasına olanak sağlayabilirler.
Yavrusu, etrafındaki şeylerin isimlerini söylemeye başlamış olan anneler, çocukların isimlendirme konusunda ne kadar üstün bir zihinsel işleyişleri olduğunun farkına varmışlardır. Bir kere ayı diye gösterdiğiniz bir şeyi, ne kadar farklı renkte, şekilde görürse görsün ayırdeder. Öyle ki benim bile şaşırdığım durumlarda o hep doğrusunu söyler (evet kabul ediyorum ayı ve köpek konusunda biraz özürlüyüm:) ama konu bu değil, neyse...

Dert şu: oyuncakların amaç değil de araç olarak kullanıldığı bir dünya istiyorum, yani istiyorlardır diye umuyorum :) --ki aslında biz izin verirsek onların yaptığı da bu, yani özgürce oynamak. Çocuk iki kübü üstüste koymak yerine birbirine vurmak istiyorsa bu onun gelişimsel olarak geri olduğunu göstermez bence, ne de müzisyen olacağını tabii ki. Ama böyle şeylerle çocukları ölçmeye kalkmak kişinin konuya bakışındaki geriliği gösterebilir.
Yeni trend de ayrıca sorunlu tabii; "şimdi artık önemli olan akıllı-zeki olmak değil, yaratıcılıktır" deniyor. Ve yeni dalga HCI (Human-Computer Interaction)'da da yaratıcılığı geliştiren oyuncak tasarımı ve bilgisayar oyunları üzerine uğraşılıyor. Ben de herşeye olduğu gibi bunun sonuçlarına da şüpheyle yaklaşıyorum.
İyice 'kıllanan kadın' oldum galiba. Hemen konuyu değiştireyim bari, sonra gene dönerim...


Bu karikatüre referans vermek için aradım durdum çizerin adını ama bir türlü bulamadım. Selçuk Erdem diye tahmin ediyorum ama emin olmak istedim, bir sürü web sitesinde karşılaştım ancak kimse zahmet edip adını yazma gereği duymamış. Tabii aslında şaşırmadım, biraz da karikatürün deşifre ettiği mentalite yüzünden sanırım. Artık böyle hayat; araba diyor çocuk, bin çeşidi geliyor, kimin ürettiği önemli değil, önemli olan ona sahip olmak, onu kullanmak. Konumuza dönecek olursak da, gelen arabaların gerçek hayattakilerin küçültülmüş birer kopyası olması. Oysa sorarım size ey seyirci, zengin olsa da sağdaki, soldakinin imge dünyasını hiç geçebilir mi??? (Sol-sağ denk gelmiş valla ben bi'şey yapmadım:)
Velhasıl kelam, ne diye sınırlandırıyoruz çocuklarımızın imgelerini? Yine sözüm meclisten dışarı, --yaşlanıyorum galiba-- bizim zamanımızda da vardı çadır merakı ama biz kendimiz koltuk ve minderlerden farklı farklı modeller kurardık. Arkadaşımız geldiğinde genişlerdi, kardeşimiz geldiğinde daralırdı ki, birlikte içine girip darlanılmasın diye (kötü abla modeli :) Küçük çocuklar için böyle malzemlerle bir şeyler yaratmak zor olabilir belki ama genelde şablonlar sunan oyuncaklardan kaçınmakta fayda var. Hatta oyuncak endüstrisinin ürettiği cinsiyetçi/savaşçıl/dijital/plastik vs. çoğu oyuncaktan (facebook grubu gibi oldu: Beni cinsiyetçi, şovenist, ırkçı ya da faşist oyuncakçılara davet etmeyin lütfen :)
Ama oyunlara davet edebilirsiniz, özgür oyunlara. Öyle, zekayı artırsın, yaratıcılığı geliştirsin diye oynananlara değil ama! İçimizden geldiği gibi olsun, birlikte dalıp gidelim başka dünyalara. Olmadı, burda saklambaç bile yeter aslında, hatta yerlerde yuvarlansak, ya da iki hoplayıp zıplasak müzikle, oooh bugün keyfim yerinde...
* * *
Not: Bir önceki yazının yorumlarında Hülya yazmış, "...en kötü oyuncak bile çocuğun tv'ye hapsolmasından... iyidir" diye. Bizim evde olmadığı için hiç aklıma gelmemişti ama kesinlikle hak veriyorum. Bu gerçekten önemli bir konu, dikkat etmekte fayda var.
Ayrıca, bu yazıdan oyuncaklarımızı attık gibi bir sonuç çıkmasın, bundan sonra alırken dikkat edeceğiz --gerçi biz ediyoruz da ne oluyor, hediye diye bir şey var, ama yine Hülya'nın dediği gibi "çocuğun oyuncağı özgürce oynamasına izin verdiğin sürece sorun yok!", yola devam yani... istikamet: Oyun Dünyası --oyuncak bahane :)))
Güncelleme: Karikatür Yiğit Özgür'e aitmiş. Gökhan yazmış yorumlara, sağolsun!

January 19, 2010

Şimdiki çocuklar harika, peki ya oyuncaklar? - II


Şimdi tekrar bebek mevzuuna dönecek olursak, bebeklerle oynamak kötüdür, 'kakadır' demiyorum; mutlaka onların da doldurduğu bir yer var. Ama Barbie yerine çok güzel alternatifler mevcut. Mesela estetik algısını ciddi anlamda sarsan Ugly Dolls, veya çeşit çeşit örgü oyuncaklar ya da peluş hayvanlar ve eminim daha niceleri...

Hatta bu tarz alternatiflerle oynamak iyidir, hoştur. Bizim bebişe bakıyorum, sabah kalkar kalkmaz veya dışardan gelir gelmez "DoDo" adını verdiği oyuncak köpeğini arıyor; onu bulunca da aynı benim ona yaptığım gibi göğsüne bastırıyor sımsıkı, sonra da öpüyor sevinçle. Kendinden başka varlıkları sevmeyi öğreniyor, onlarla bir bağ kuruyor ve bu beni inanılmaz mutlu ediyor. Yani öyle her şeyi sevsin, börtü-böcek-kelebek, aman ne güzel bu felek deyip de kelek yemesin tabii; hatta bilakis, Can Yücel'in Alkış ve Yuha şiirinde dediği gibi
...dileğim o ki:
büyüdüğünde de çevresinde er geç dönecek olan boklukları da
aynı heyecanla yuhalasın yeri göğü inletircesine...
Ama bunun olması için de uğraşmak gerek herhalde! İlk önce de kendi kafamızdaki şablonlarla uğraşmak. Örneğin, şu 'zeka geliştirecek oyunlar' safsatası. Herkes, çocuğunun irili ufaklı birtakım halkaları bir çubuğa geçirmesini bekliyor, ya da birtakım şekilleri deliklerden sokmasını, renkleri ve saireleri eşleştirmesini; bunları yaptığında olay oluyor, aman, oğlum/kızım pek akıllı, gören maşallah desin falan tripleri. Baby Einstein DVD'leri alınıyor, bebek Einstein'lar yetiştirmek için! [Bu arada burdan kimseyi zan altında bırakmak istemediğimi deklare edeyim; bu, tamamen kendimin de içine düştüğü bir zihniyetin eleştirisidir.]

Ama şimdi düşününce bütün bunlara ne gerek var diyorum. Hatta daha da kötüsü, bunlar yüzünden çocuklarımızın yaratıcılıklarını öldürdüğümüzü iddia ediyorum. Thomas Kuhn, sosyal bilimlerde okuyan çoğu doktora öğrencisinin başvurduğu bir teorisyendir. Geçtiğimiz dönem okuduğumuz "Normal Science as Puzzle Solving" makalesinde, normal bilimin yaratıcılıktan uzak, puzzle gibi cevabı belli olan problemlerle uğraştığından, artık yeni paradigmalar üretilmesinden ziyade çoğu bilim insanının varolanları desteklemek üzere sadece uygulama yaptığından bahsediyordu. Bunu yapanlar o çok güvendiğimiz araştırmacılar/profesörler ha yanlış anlaşılmasın. Gerçi bence pek şaşırmamak gerekiyor çünkü bu da diğer herşey gibi çocukluktan başlıyor; sistem tıkır tıkır işliyor, doğduğumuz andan itibaren bizi de içine alıyor.

Ben de "Normal Play as Puzzle Solving" diye bir makale yazayım bari :) Ama hakikaten öyle olmuş durumda: bkz. oyuncakçı ve kitapçılardaki puzzle bölümleri, bkz. aktivite blogları, yetmediyse Amazon'dan topladığım aşağıdaki oyuncak isimleri, bakınız bakınız:

Counting and sorting farm, shape sorting cube, geometric sorting board, stack and sort board, shape sorter, geometric stacker, farm sound puzzle, vehicle sound puzzle, alphabet sound puzzle, numbers sound puzzle, ...

Dahası müzik oyuncakları da artık puzzle'lı geliyor:
Baby Einstein count and compose piano, Mozart magic cube, instrument sound puzzle,...

Eee nesi mi kötü?

Bir kere yaratıcılığı öldürüp şekilcilik kazandırıyor. Örneğin, Haba'nın resimdeki oyuncağını almıştık çok da irdelemeden, sadece gözümüze hoş geldiği için. Başka bir çocuğu bu oyuncakla oynarken gördüğümde farkettim ki bu oyuncak anti-eşleştirme için dizayn edilmiş. En azından renkler için. Hatta renk eşleştirilmesine kalkıldığında son derece zevksiz bir tasarım ortaya çıkıyormuş. Haba'nın reklamı gibi oldu, pardon. Aslında farklı bir tasarım anlayışları var ancak onlar da bu eğitici-öğretici oyuncak dalgasından nasipleniyorlar arada...

Herneyse, şimdi bana yine sormak düşüyor:
Neden illa kırmızıyla kırmızıyı, kedi figürüyle kedi resmini bir araya koymayı öğretiyoruz ki çocuklarımıza? Farklı kombinasyonlar denese, istediği gibi yaratıcı tasarımlar yapsa olmaz mı? Biz de keyifle izlesek, gözümüz gönlümüz açılsa, dünyamız genişlese, fena mı olur?
Yok ille o kırmızı kare o kırmızı delikten girecek, b.k mu var sanki??? Ne kazanıyor çocuk?
-Ne kazanacak şekilcilik ve zevksizlikten başka! Ayrıca bir de tek yönlü bakış açısı tabii. Ama aslında bir küp bittabii bir üçgen, bir daire, bir altıgen, vb. her türlü delikten geçirilebilir, yeter ki çevrel çemberlerin boyutları uygun olsun.
* * *
Başka takıntılı olduğum bir oyuncak türü de düğmesine basınca, ya da bir yerini çekince müzik çalan oyuncaklar. Dertliyim sayın seyirciler, çok dertliyim. Hayır iş başa düşecek diye de korkuyorum bir yandan. Çünkü bu oyuncaklar, dijital müziğin en kötüsünü çalmasının dışında daha da kötü olan başka bir şey yapıyorlar: hazırcılığa alıştırıyorlar çocukları. Bizim bebişe hediye gelmişti böyle bir oyuncak, sonra org gibi çalınabilen başka bir modunu açtığımda farkettim ki, bebiş düğmeye basıyor ve peşinen oynamaya başlıyor, ama bakıyor ki müzik gelmiyor, bu işe çok şaşırıyor:
- Aaa!
- Yaa! İşte böyle; yok artık öyle sürekli armut piş ağzıma düş. Hadi anacım hadi, bas git bu oyuncağın çevresinden, git de kurtar kendini --ve bir de bizim kulakları lütfen, bak rica ediyorum, lütfen dedim ama!

Yani illa her çocuk piyano çalacak, okul çağına gelene kadar müzik dersleri alacak diye bir şey yok tabii ki. Klişe gereği bir kez de ben söyleyeyim, kimisi spora yatkındır, kimisi resme --bu arada herkes resim yapacak diye de bir şey yok; ama nedense, yeni icat, her yerde ve herkeste bu parmak boyasından var, ne iştir anlamadım. Yoksa bu da resim sanatının geldiği hazırlopçu son nokta mı diye de kıllanmadım değil. Ayrıca, belki çocuk resim yapmak istemiyor. Belki çocuk Ken Robinson'ın anlattığı anektodta olduğu gibi kendisini dansta bulacak; daha doğrusu annesinin hiperaktivite tedavisi için götürdüğü psikolog sayesinde ilaçla uyutulmaktan kurtulup çok ünlü bir dansçı olacak, kendi okulunu açacak ve mutlu mesut sanatını icra edecek minik afacanlarla. Ama yook! Bunu isteyen anne-baba normal değil bu dünyada. Varsa yoksa okul okunacak, itibarlı bir iş sahibi olunacak, mümkünse çok para kazanılacak, -cak, -cak, -cak... Sezen Aksu'nun 2000'li yıllarda yaptığı bir röportajını okumuştum, babası hala "Keşke okulunu bitirseydin kızım!" diyormuş, ne gam!!!

Bu arada hala izlemediyseniz Vişne Çekirdeği'nin geçen gün bahsettiği şu videoyu mutlaka izleyin derim, okul ve yaratıcılık üzerine Ken Robinson'ın konuşması var; uzun olduğuna bakmayın, trajik eğitim hikayemizi çok komik bir şekilde anlatmış, çok güldüm ben izlerken (ağlanacak halimize). İngilizce, Türkçe altyazılar da mevcut.

Dün bu videoyu izledikten sonra geçen dönem okuduğumuz Mitchel Resnick adlı LEGO Profesörünün yazısına baktım bir daha (anti parantez, Legolar da erkekler bölümünde bulunuyor genelde, kızlar için olanları pembe kutuda, tasarımı da evinin önünde ip atlayan, bahçesinde çiçek yetiştiren, pembe spor arabası ve beyaz bir atı olan evcimen, aktif, sportif, bakımlı, güzel, zarif cici kızlar!!!). Yine dağıttım konuyu, neyse. Resnick (2007), şimdiki kreşlerin de aynı okul gibi işlev gördüğünden (basit düzeyde de olsa okuma yazma, matematik eğitimi verdiğinden), oysa tam tersine, çocukların özgürce oynadığı 200 yıl öncesinin Kindergarten felsefesine yaklaşılması gerektiğinden bahsediyor. Kendisi MIT medya labaratuvarında yaratıcı düşünme ve öğrenme üzerine çalışma yapıyor ve yeni teknolojilerle çocukların interaktif öyküler, oyunlar ve animasyonlar yaratıp paylaşmasını destekleyen bir camianın oluşturulması için çalışıyor.

Resnick'in vurguladığı önemli noktalardan biri de 'edutainment' ürünleri (eğitim anlamına gelen education ve eğlence anlamına gelen entertainment kelimelerinin birleştirilmesinden oluşturulmuş bir kelime; başlıca örneği Baby Einstein oyuncakları ve DVD'leri). Resnick, Piaget'ye referans verip çocukların işinin oyun olması gerektiğini savunuyor; ve bu öğretici oyuncakların aslında eğitimi, "eğlencenin tatlı kılıfı içinde sunulması gereken acı bir ilaç" olarak gören mentalitenin bir ürünü olduğunu söylüyor. "O kadar eğleneceksiniz ki, öğrendiğinizi anlamayacaksınız bile!" (Gülüyorum! Blogcu Anne yazmış, Baby Einstein DVD'lerinin iade alındığını; okuyup daha çok gülüyorum!) Resnick, ayrıca edutainment'ı oluşturan eğitim ve eğlence kelimelerinin de problemli olduğunu, bunların günümüzde sektörler olarak algılandığını ve bizi pasif alıcılar yerine koyduğunu söylüyor (Barthes gibi). Çocukların yaratıcı düşünmesine vurgu yapılmak isteniyorsa, eğitim ve eğlence yerine oyun (play) ve öğrenme (learning) kelimelerinin kullanılmasını öneriyor. Makaleyi okumak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz.

Peki herşey çok kötü de, yok mu bu işin bir alternatifi? Geçen yazının yorumlar kısmında Başak yazmış, oğlu Çınar'ın kutulardan araba, oklavadan at yaptığından bahsetmiş, onun da kendi hikayesini geliştirmesine yardımcı olduğundan. Bence çok güzel bir alternatif. Hem doğal materyaller kullanılıyor. Bizim YavruSu da kapalı cep telefonu [ne doğal ya!!!]-kutu-kavanoz-tas-tencere-çanta-cüzdan-kap-dolap ne varsa gördüğü zaman herşeyi bırakıp çılgınlar gibi açma-kapama arzusuyla yanıp tutuşuyor. Yeni bir meslek icat edecek herhalde ilerde, çok yaratıcı :P
- Kızınız ne iş yapıyor?
- Kapakçı kendisi, her tür kapağı açıp kapatıyor :) Yo yo çok profesyonel bu konuda. Bizim evde vardı da, erken yaşta başladı açıp kapamaya :)))

Milletin evinde piyano falan olur, bizde de işte anca böyle şeyler... :)
* * *
Başak bir de yine demiş ki bu eğitim konusu için alternatif olarak 'unschooling' olayı varmış --hemen bunun üzerine haftanın şarkısını Pink Floyd'dan çalıyorum: We Don't Need No Education! Çünkü 25 yıldır bu sistemden çokça çekmiş, 32 yaşına gelmiş olduğum halde hala günlerimi ödev yetiştirmeye çalışırak geçerirken böyle bir alternatiften bahsetmek mutluluk veriyor. Aslında eğitim konusunda daha sonra yazmayı planlıyorum, şimdilik burda noktalayayım çünkü söylenmeye başlarsam, en uzun blog yazısı rekorunu kırabilirim. Biliyorum, her zaman olduğu gibi fazla uzattım, bu sefer gerçekten bitiriyorum artık. Yalnız şunu sormak istiyorum son olarak, yazıyı buraya kadar okuma sabrı gösteren çok sevgili analar-babalar-çocuklar, sarmaş dolaş birlikte veya yalnız, içerde veya dışarda oynadığınız, yaratıcılığı geliştirmese de örselemeyen alternatif oyunlarınız nelerdir? Merakla bekliyorum. Herkese iyi oyunlar...

Şimdiki çocuklar harika, peki ya oyuncaklar? - I

Bir süredir müsveddelerim arasında duran bu yazıyı, WIC (Women in Computer Science) mail list'ten gelen bir mesaj yüzünden hemen hazırlayıp yayınlamam farz oldu.

Konu, Barbie'nin gelecek mesleği. Astronot da dahil 120 kariyeri varmış zaten, şimdiki anketle bir sonrakini seçiyorlar: çevreci mi olsunmuş, cerrah mı, mimar mı, haber sunucusu mu yoksa bilgisayar mühendisi mi? Computer Scienceçılar da maillistlere anketi göndermeye başlamışlar. Bana da sesli bir "Yetti artık!" demek düştü bu sabah.

Yazlık komşumuzun 7 yaşındaki kızının rejimde olduğunu duyunca çok şaşırmıştım, ama bugün barbie.com'daki figürleri inceledikten sonra neden artık "bulimia nervosa" diye bir hastalığın olduğuna şaşırmamak gerektiğini kesin olarak gördüm: çeşitli kanallarla dayatılan aşırı tüketim üzerine çok yeme ama öte yandan yine aynı kanallar vasıtasıyla dayatılan süper ince, zarif ve zafiyet arasındaki çizgide gidip gelen rol modellerine uymak için suçluluk hissederek her yediğini çıkarma. Evet, bu bir süredir vardı zaten. Şimdi bütün bunlara bir de kariyer peşinde koşan 'modern' kadın imajının eklenmesi, dahası bunu oyuncaklar aracılığıyla meşrulaştırmak da nerden çıktı???

Keşke bu kadarla kalsa diyorum. Ama yavruladıktan sonra gördüm ki oyuncak endüstrisi tahmin ettiğimden çok daha korkunç boyutlarda. Ve hatta iddia ediyorum ki Althusser'in vakti zamanında yazdığı "Devletin İdeolojik Aygıtları"na eklenebilecek boyutta.

Tek sorun, oyuncak bölümlerinin kız-erkek olarak ikiye ayrılıp kızlar bölümünde barbieler, soft renklerle ve özellikle pembe egemenliğinde tasarlanmış oyuncaklar, taçlar, kanatlar, mutfaklar, ütüler, bilgisayar oyunu olarak da SIMS ve benzerleri varken; erkek bölümünde vahşi renklerin hakim olduğu savaşçılar, silahlar, helikopterler, uçaklar ve World of War Craft tarzı binlerce oyun olması değil tabii ki. Bu, işin en görünür, dolayısıyla kaçınılması en kolay olan kısmı. Ancak bir de ayın karanlık yüzü var ki... the dark side of the moon şarkısını getiriyor aklıma!

Geçen sene "Experience Design" dersinde oyuncaklarla ilgili bir makale okumuştuk. Roland Barthes (1967), Fransız oyuncaklarının, yetişkin dünyasının küçültülmüş birer kopyası olduğundan, burjuva yaşantısını öğretmek üzere her zaman işlevsel olarak tasarlandığından ve bunların doğanın değil de kimyanın ürettiği bir madde olan plastikten yapılmasından dem vuruyordu. En önemlisi de bu komplike objelerle karşılaşan çocuğun kendisini sahip (owner) veya kullanıcı (user) olarak tanımlayabileceğini ama hiçbir zaman yaratıcı (creator) ilişkisi kuramayacağını söylüyordu. Onun bir şey yaratması veya keşfetmesi gerekmiyor, kendisi için tasarlanan macerasız aksiyonları kullanıp sıkılınca da bir kenara atması icabediyordu; aynen burjuva hayatın mikro düzeydeki kopyası olarak... Halbuki tahta oyuncaklar öyle değildi; onlar, çocukla birlikte büyüyüp çocuğun yaratıcılığına göre her dönem farklı anlam kazanan doğal, sıcak, samimi oyuncaklardı.

Bu makaleyi okuduktan sonra kesinlikle plastik oyuncak almamaya karar verdik; kendimizi şanslı görüyorduk, çünkü 42 sene sonra bebişin oyuncak çağında artık tahta ve bez oyuncak üreten çok güzel oyuncakçılar vardı. Ama 1 yıllık araştırmalarımız ve deneyimlerimiz sonucunda gördük ki bunlar da, çoğu zaman, Barthes'ın eleştirdiği plastik oyuncakların sadece malzemesi değiştirilmiş haliydi. Plastikte bulunan BPA, Pthalates riski yoktu, ancak daha kötüsü, ucuz üretim amacıyla kullanılan zehirli boyalar içeriyordu bir çoğu. Sonuçta bunlar da oyuncak endüstrisinin dahil olduğu "Kapitalist Dünya Ekonomi" sisteminin (Wallerstein, 1979) bir parçası olan firmalar tarafından üretilmişti. Peki problem neydi?

"Şimdiki çocuklar harika" demiş Aziz Nesin; tesadüf, Roland Barthes'la aynı yıl. Bizim yavru Su'ya bakıyorum, annelik bloglarına bakıyorum ve bir kez de ben doğruluyorum Aziz Nesin'i: Gerçekten şimdiki çocuklar harika! Ama düşününce, acaba harika olan şimdiki çocuklar mı, yoksa yaratıcılığın sınır tanımadığı çocukluk dönemi mi diye de sormadan edemiyorum. Acaba eğitim adına kaybedilen binlerce güzel şeyden sonra mı, yoksa çocuklarımızı bu sistemin bir parçası olarak yetiştirdikten sonra mı 'yeni kuşak'ın ne kadar kötü olduğundan dert yanılıyor her kuşakta bir daha, bir daha??? "Bir bebekten bir katil yaratılmasını*" neye, kime borçluyuz? Soruyorum! Hrant Dink'in öldürülmesinin 3. yılında bir daha soruyorum!

Evet oyuncaklar ve oyunlar sandığımız kadar masum değiller, ne de kitaplar, ne de şarkılar ve daha 'ne'ler 'ne'ler... Öyle eline bir şeyler vereyim de oyalansın demeden önce bir kez daha düşünmekte fayda var.


*Rakel Dink'in bu konuyla ilgili konuşmasına şu linkten ulaşabilirsiniz.

November 5, 2009

Bebek dostu dizayn

Bir önceki posttan da görülebileceği gibi kullandığımız eşyalar pek bebek dostu değilmiş ve hatta ayakta duran anne ve baba da aşağıdan bakıldığında biraz korkutucu görülebiliyormuş. Bu yüzden çocuklarla iletişime geçerken seviyeleri eşitlemek gerçekten önemli. Zaten biz YavruSu'yla genelde ya oyun oynuyoruz, ya kitap okuyoruz ya da müzik yapıyoruz ki bunlar çoğunlukla birlikte oturularak yapılan şeyler. Salonu, onun rahatça hareket edip oyuncaklarına kolayca ulaşabileceği bir şekilde düzenledik, mutfakta da ulaşabileceği tüm dolapları zararlı olabilecek eşyalardan temizledik ve keşfetmesi için kullanımına açtık; böylece biz yemek işleriyle uğraşırken Tülin Su da mutfakta rahatça dolaplarını karıştırabiliyor :-)

Montessori ile ilgili daha sonra ayrıntılı bir şeyler yazmayı planlıyorum ancak şimdilik şu oyuncakların yerleşimi ile ilgili bir önerisini yazayım. Çocukların oyuncaklarını toplaması hatta onları ayrıştırması erken yaştan başlayarak kazandırılabilecek alışkanlıklar arasındaymış. Tabii bunun için onlara uygun ortam ve ekipman sağlamanız gerekiyor. Yani kocaman bir sepet verip oyuncaklarını içine atmaktan ziyade onun boyunda raflar, farklı türden oyuncaklarını ve kitaplarını koyabileceği sepetler alıp bunları birlikte yerleştirebilirsiniz. Güzel bir alışkanlık kazandırmanın yanısıra çocuğunuz için uyku öncesi farklı bir oyun haline dönüştürülebiliyor.

Yatma ekipmanları da, yine çocukların özgürce hareket etmesine olanak sağlayacak şekilde düzenlenmeli Montessori'ye göre. Bulabildiğim güzel örnekleri şöyle:

Bu Finnian'ın Montessori'den esinlenerek dizayn edilmiş odası:

Ve bu da Vincent'ınki:


Çocukların zarar görmeden özgürce hareket edebilecekleri güzel bir dünyaya doğru ilk adım olarak kendi odalarının ve ortak kullanım alanlarının nasıl dizayn edildiği önemli bence. Ve bunun için pahalı mobilyalar almak da gerekmiyor. Evde varolan eşyalarınızı onların gözünden bakmaya çalışarak düzenlemek eminim yeterli olacaktır.