gercek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gercek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Mart 2013

Durulmayan Bir Kafa - Kay Redfield Jamison


Okuyalı uzun zaman oldu ancak altı çizilesi bölümleri paylaşmamıştım. Bipolar bozuklukla mücadele eden arkadaşlar kesinlikle okumanız gereken bir kitap. Yalnız olmadığınızı görüyorsunuz, bu çok önemli. 

"Bir kitabın herhangi bir bölümünü üst üste birkaç kez okuyor ama aklımda hiçbir şeyin kalmadığını fark ediyordum. Hangi kitabı ya da şiiri elime alsam aynı şey oluyordu. Hiçbir şey anlamıyordum. Hiçbirinin anlaşılacak bir yanı yoktu. Derslerde anlatılanları izleyemiyor, çevremde neler olup bittiğinden habersiz pencereden dışarıya dalıyordum. Korkutucu bir durumdu bu!"
"Okuldakilerin nasıl olup da beni normal sandıklarını anlayabilmiş değilim. Herhalde herkes kendi derdinde olduğundan, kendi dünyaları ile dolu olduklarından çaresizlik içinde kıvranan biri eğer acılarını sergilemeyip saklamaya çabalarsa, kimsenin dikkatini çekmiyor. Bense dikkat çekmemek için öyle böyle değil, çok büyük bir çaba gösteriyordum. İçimde bir şeylerin dehşetli ters gittiğinin farkındaydım ama neler olup bittiğini bilmiyordum; üstelik kişinin kendi sorunlarını kendi çözmesi gerektiği ilkesine göre yetiştirilmiştim. Böylece ailemi de arkadaşlarımı da belirli bir psikolojik uzaklıkta tutmak şaşılacak kadar kolay oldu benim için; Hugo Wolf'un yazdığı gibi: 'Elbette zaman zaman yüreğim daralmıyormuşcasına neşeli görünüyordum, insan içinde aklım başımdaymış gibi konuşuyordum, dışarıdan bakıldığında keyfim kim bilir ne kadar yerinde. Oysa ruh ölümcül uykusunu sürdürüyor, kalbin binbir yarası kanıyor.'"

"Lise son sınıftayken de olduğu gibi, bu hareketli dönemlerde derslerim çok iyi gidiyor, sınavlar, laboratuvar çalışmaları, uzun ödevler bana gülünç ölçüde kolay geliyordu, tabii uçukluğum devam ettiği sürece. Ayrıca, çeşitli politik ve toplumsal konulara yakından eğiliyor, kampüsteki savaş karşıtı gösterilerden tutun da güzellik ürünleri yapmak ve satmak için kaplumbağaları öldüren kozmetik firmalarını protesto etmek gibi daha marjinal olaylara dek pek çok eyleme katılıyordum.Bir keresinde ellerimle yaptığım bir pankartla yerel bir mağazanın önüne dikildim. Pankartta son derece kötü çizilmiş iki deniz kaplumbağası kumlar üzerinde ilerlemeye çalışırken gökte yıldızların parladığını gösteren -hayvancıkların üstün yön bulma yeteneklerini bence çok açık ve acıklı biçimde anlatan- bir resim ile SİZİN CİLDİNİZ İÇİN ONLARIN CANI GİDİYOR sözlerinin kocaman kırmızı harflerle yazıldığı bir ibare yer alıyordu. Ama gecenin kaçınılmaz olarak günü izlediği gibi, benim ruh halim de birden küt diye değişir, kafam bir kez daha çalışamaz hale gelirdi. Derslerime, arkadaşlarıma, okumaya, gezmeye, hayal kurmaya olan ilgim yok olup giderdi. Bana ne olduğunu, nasıl olduğunu hiç anlayamazdım, bir sabah uyandığımda içimin korkuyla dolu olduğunu, bir gün daha yaşamayı nasıl başarabileceğimi bilemediğimi hissederdim. Bütün gün kütüphanede oturur, derse girmeyi bir türlü göze alamazdım.Pencereden dışarı dalar, aptal aptal kitaplarıma bakar, onları eller, alt alta, üst üste yerlerini değiştirir ama açamazdım. Okulu bırakmayı düşünürdüm. Derse girsem de faydasızdı. Faydasız ve acılı. Anlatılanlardan hiçbir şey anlamazdım ki, dayanılmaz bir yetersizlik duygusundan, beni çepçevre kaplamış olan karanlıktan kurtulmanın tek yolunun ölüm olduğuna inanırdım. Tamamıyla yapayalnız hissederdim kendimi, sınıf arkadaşlarımın aralarında hararetli hararetli konuşmalarını izlemek yalnızca artırırdı bu duyguyu. Telefona cevap vermekten vazgeçer, içimdeki ölümcül kasvetten kurtulurum umuduyla saatlerce banyoda kalırdım."

"Bu tür deliliğin çok kendine özel bir iç sızısı, coşkunluğu, yapayalnızlığı, dehşeti var. Uçtuğunuz zaman harikasınız. Düşünceler olsun, duygular olsun müthiş bir hızla, yoğunlukla üst üste geliyor, aynı kayan yıldızlar gibi ve siz bu yıldızların peşine düşüp her an daha iyisini daha parlağını buluyorsunuz. Çekingenlik diye bir şey kalmıyor, aradığınız sözcükleri, jestleri tak diye buluyorsunuz, başkalarını büyülediğinizin kesinlikle bilincindesiniz. Tekdüze insanlarda ilginç yanlar keşfediyorsunuz. Gövdenizin her yanını müthiş bir duyarlık sarıyor, baştan çıkarmak, baştan çıkarılmak karşı konulmaz bir istek haline geliyor. Her şey çok kolay, siz çok güçlüsünüz, parasal açıdan da her şeyi yapabilecek durumdasınız, üst düzey bir keyif, coşku, mutluluk iliklerinize kadar dolmuş. Ama bir noktadan sonra bütün bunlar değişiyor. Kafanıza üşüşen fikirler çok fazla, çok hızlı; biraz önce açık seçik gördüğünüz şeyler birbirine onulmaz biçimde karışıyor. Bellek yok oluyor. Arkadaşlarınızın yüzündeki ilgi ve keyif yerini endişe ve korkuya bırakıyor. Önceleri düzgün bir akış içinde olan her şey birden tersine dönüyor, sinir, öfke, korku birbirini izliyor, denetimi tümüyle elden kaçırıyorsunuz, kafanızın en karanlık mağaralarına dalıyorsunuz. O mağaraların orada olduklarını bilmiyordunuz o ana dek. Bunun sonu hiç gelmeyecek, çünkü delilik kendi gerçekliğini yaratıyor. Dalıyorsunuz, dalıyorsunuz, dalıyorsunuz, sonunda sadece başkalarının hatırladığı davranışlarınız kalıyor geriye -garip, anlaşılmaz, kendinden çıkmış, amaçsız davranışlarınız- Maninin belki de tek iyi yanı, belleğinizi kısmen silmesi... Peki, sonrası ne? İlaçları aldıktan, doktora gittikten, çaresizliği, depresyonu, aşırı dozu atlattıktan sonra ne var? Yaşadığınız bütün o inanılmaz duyguların içinden nasıl çıkacaksınız? Kimler olup bitenleri anlatmama nezaketini gösteriyor? Kim neyi biliyor? Neler yaptım? Neden? Ve hepsinden kötüsü, aynı şeyler ne zaman yinelenecek? Tabii unutmayı engelleyen, özellikle hatırlatan acı şeyler de var -ilaçlar var, alman gereken, almaktan hoşlanmadığın, almayı unuttuğun, aldığın, istemediğin, unuttuğun ama eninde sonunda aldığın ilaçlar- Sonra iptal edilen kredi kartları, ödemen gereken karşılıksız çekler, işyerinde uydurmak zorunda kaldığın türlü bahaneler, şundan bundan özür dilemeler, gelip giden belirsiz anılar (Hay allah ne yapmıştım?) yıpranan ya da tümüyle bozulan dostluklar, bir evliliğin yıkıntıları. Ve her zaman, her zaman, bir daha ne zaman olacak aynı şeyler? Hangi duygularım gerçek? Ben, hangi benim? Aklına eseni yapan çılgın, kaotic, anarşik, deli kişi mi benim? Çekingen, içine kapanık, çaresiz, intihara eğilimli, karamsar, bitkin kişi mi benim? Herhalde
her ikisinden de var içimde, umarım ikisinin de fazlası yok. İniş çıkışlarıyla ünlü olan Virginia Woolf ne güzel özetlemiş: "Yeraltında dalışlarımız duygularımızı ne ölçüde renklendiriyor? Yani demek istediğim, herhangi bir duygu ne kadar gerçek?"


Buradan satın alabilirsiniz: Buradan işte.

24 Ekim 2012

Hiçsizliğe - Turgut Uyar


HİÇSİZLİĞE

Tanrı sen ne kadar güzelsin
bir hiç olarak
ormansın belki bilmiyorum
belki ormanda bir ağaçsın şuncacık
bir pazartesi günüsün
insanları dupduru edemeyen
bütün karayollarında ve demiryollarında
gider gelirim bütün dünyada
ama biliyorum Kırşehir'de mezarsın
bir kilisesin Kapadokya'da
sözgelimi yumurtada zarsın
ustasın sabahları yapmada
en katı yoklukları koyarak insanın içine
aşkamüstlerinde biraz gaddarsın
sular ve zamanlar kararırken

ne yapalım
bari bağışlayalım birbirimizi

Turgut Uyar

10 Eylül 2012

Rene Magritte

Bugün günlerden Rene Magritte for me!





Sürrealizme gönül vermiş bir abimiz kendileri. Yukarıdaki gördükten sonra "Ya ne olacağıdı yapraaağam" demenizi anlayışla karşılıyorum. 
Bilmemizin faydası olabileceği şeyler neler:
Belçikalı.
67 yılında gitmiş bedeni, 69 yaşındayken.
Çocukluğunda çizim dersleri almış. 
Annesi, o çocukken nehre atlayarak intihar etmiş ve Magritte, annesinin sudan çıkarılışını izlemiş. Eserlerinde bu durumun izlerinin olduğu fikrine ise çok bozulmuş.
Duvar kağıdı yaparak geçimini sağlıyormuş bir zamanlar, daha sonra reklamcılığa bulaşarak afiş vb. şeyler tasarlamış. 
Başta sürrealistlerden sayılmazken yaşamındaki hüzünler, acılar ya da genel olarak tüm yaşanmışlıkları onu sürrealizme iter. Buna rağmen sınırları olmasını istemediği için kendisine sürrealist denmesinden hoşlanmaz.
Brüksel'de ilk sergisini açtığında eleştiriler onu yaralamış ve depresyona girerek Paris'e taşınmış. Paris'e taşınması onu sürrealistlerin arasına sokmuş olduğu için bu depresyon yararına olmuş bile diyebiliriz.
Resimleri pek çok rock albümü kapağında tercih edildi. 
Resimleri pek çok filme ilham oldu. 
Meşhur "Bu bir pipo değildir." (ceci n'est pas une pipe) Rene Magritte'ye aittir. 



Resimleri için "My painting is visible images which conceals nothing." der.
Resimlerinin anlamını soranlara verdiği, vereceği cevap belliydi: "Nothing."
Diğer büyük sürrealistlerle karşılaştırdığımızda Magritte'nin fazla ayık olduğunu söyleyebiliriz, ben söyleyebilirim misal. Bir Dali değildir ama bu kötü de değildir.
Magritte'nin resimlerini okurken pipoya pipo olarak bakmayız ama pipoya adam öldürmeye yarayan bir şey olarak da bakmamalıyız, yani fazla kafa yormamızı istemez "Nothing"i ile. O sadece anlamlarla mücadele eden bir sanatçıdır. Pipoya ilk ne zaman pipo dedik, hiç pipo görmemiş ve bu kavram kafasında anlamlandırılmamış biri için piponun şekli ne ifade eder ya da pipo kelimesini duyduğunda ilk olarak ne düşünür? Magritte'nin derdi budur. Hiçbir şey hiçbir şeydir. Eğitime, öğretilene kafa tutar da diyebiliriz. Yine de insan klasik eserleri okurken yaptığı gibi pipoya bakıp ölümle, zevkle, tütünle, dudakla, kadınla, onunla bununla şununla ilgi kurma çabasından kendini alamaz.
Bir kitabın ikinci basımında düzeltilen kısımları olduğu gibi Magritte de resimleri üzerinde değişikliğe gitmiş. Bu garip geldi bana ama "Neden olmayacağını düşündün ki kızım?" diyerek kendimi azarlamaktan geri durmadım.
Felsefeyle ilgilidir. Bunu da belirtmek idiotlara yakışır oldu. "Bu bir pipo değildir."de başlı başına felsefe yok mudur?


Yukarıda görülen Clairvoyance isimli tablo da çok şeyin özetidir. Yumurtaya bakıp kuş çizen bir ressam. "Anlamla mücadelenin kutsallığı" diye özetleyebilirim ben bunu.
Bazı ressamların hemen hemen bütün eserleri aynı öğelerden aynı üslupla oluşurken Magritte'de böyle bir bütünlük var diyemiyorum. Resimlerini incelerken "Alla alla bu da mı onundu? Ee ben hiç görmedim ya başkasına aitse?" diye de çeliştiğim oldu. Hatta şunlardan biri ona ait değilse hiç şaşırmayacağım. Yeni bir albümüm oldu da Rene Magritte adında. 

Şuracık incelenebilir: http://www.magrittemuseum.be/

9 Eylül 2012

Evde Yoklar - Metin Altıok

evde yoklar

Durmadan avuçlarım terliyor,
İnildiyor ardımdan
Girdiğim çıktığım kapılar.
Trenim gecikmeli, yüreğim bungun,
Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.

Dolanıp duruyorum ortalıkta.
Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim,
Rakım bir türlü beyazlaşmıyor.
Anahtarım güç dönüyor kilidinde,
Nemli aldığım sigaralar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.

Kimi zaman çocuğum,
Bir müzik kutusu başucumda
Ve ayımın gözleri saydam.
Kimi zaman gardayım
Yanımda bavulum, yılgın ve ihtiyar.
Ne zaman bir dosta gitsem,
Evde yoklar.

Bekliyorum bir kapının önünde,
Cebimde yazılmamış bir mektupla.
Bana karşı ben vardım
Çaldığım kapıların ardında,
Ben açtım, ben girdim
Selamlaştık ilk defa.

Metin Altıok

1 Eylül 2012

Ölümsüzlük - Milan Kundera


Okuduğum baskı bağlantı adresi verdiğim yayınevine değil farklı bir yayınevine ait ve hataları var. 

"Bir arabayı ötekilerden yalnızca bir seri numarası ayırır. İnsan örneğinde numara, yüzdür. Bir insanda rastlantılarla bir araya gelmiş bu yüz çizgilerini bir başkasında bulamazsınız. Ne karakter ne ruh ne de ben denen şey açığa çıkar bu yüz çizgilerinde. Yüz yalnızca bir örneği numaraların."
"Bir gün çirkinliğin saldırısı artık dayanılmaz olduğunda bir çiçekçiden bir sap, yalnızca bir sap unutmabeni çiçeği alacaktı. İncecik bir sap üzerinde küçük bir çiçek. Bu çiçeği yüzüne doğru tutarak sokağa çıkacaktı. Bakışlarını çiçeğe dikecek ve mavi bir noktadan başka bir şey görmeyecekti. Artık sevmediği bir dünyadan aklında kalmasını istediği son imajdı bu. Paris sokaklarında böyle dolaşacaktı. İnsanlar kısa süre içinde onu tanıyacak, çocuklar alay ederek arkasından koşacak, bir şeyler atacaklardı. Sonunda bütün Paris ona unutmabenili deli adını takacaktı."
"Agnès üç saat önce saunaya giren, ben'ini göstermek ve kendisini onlara kabul ettirmek için kapının ağzında sıcak duştan ve alçak gönüllülükten nefret ettiğini haykıran yabancı kadını anımsadı ve şunları düşündü: Siyah saçlı kız motosikletinin susturucusunu çıkarırken aynı itkiye boyun eğmişti. Gürültüyü yapan alet değil, siyah saçlı kızın ben'iydi; bu kız sesini duyurmak için, başkalarının düşüncelerine girmek için ruhuna gürültülü bir egzoz borusu eklemişti. Bu patırtıcı ruhun uçuşan uzun saçlarını gören Agnès, şiddetle onun ölümünü istediğini anladı. Otobüs çarpsaydı, motosikletli kız kanlar içinde asfaltın üzerine serilseydi, Agnès kesinlikle korkup üzülmeyecek, oh çekecekti."
"Kaldırım gittikçe kalabalıklaşıyor, yürümek zorlaşıyordu. Yola inmek zorunda kaldı. Arabalarla kaldırım arasında yürümeye başladı. Uzun süredir alışmıştı buna: İnsanlar hiçbir zaman yol vermezlerdi ona. Sık sık kırmak istediği bir şanssızlık olarak görüyordu bunu; karşıdan geleni yoldan çıkarmak ve itmek amacıyla bütün cesaretini toplar, yoldan çıkmamak için elinden geleni yapardı ama her seferinde de başarısızlığa uğrardı. Bu, günlük basit güç denemesinde her zaman kaybederdi. Bir gün yedi yaşında bir çocuk çıkmıştı karşısına; yana çekilmemeye çalıştı ama sonunda çarpmamak için gene çekilmek zorunda kaldı."
"Bir anısı geldi aklına: On yaşlarındayken anne babasıyla kıra gezmeye gitmişti. Geniş bir orman yolunda dikilmiş iki köy çocuğu gördüler: Çocuklardan biri, elinde sopa, geçişi engellemek istiyordu: "Burası özel bir yol. Geçiş parası vermeniz gerekiyor." diye bağırıyor ve sopayı hafifçe babasının karnına dürtüyordu.

Kuşkusuz bir çocuk şakasıydı bu ve çocuğu itmek yeterliydi geçmek için ya da bir tür dilenmeydi ve babasının cebinden bir frank çıkarmasıyla sorun çözülebilirdi. Ama babası döndü ve başka bir yola girmeyi yeğledi. Hiçbir önemi yoktu bunun. Maceraya gireceklerdi: Annesi kötü yanından aldı işi ve "On yaşında çocuğa bile pes ediyor." demekten alamadı kendini. Bu arada babasının tutumu Agnès'i de düş kırıklığına uğratmıştı."
"Babasını düşündü. 10 yaşlarında iki hayta karşısında gerilediğinden beri onu çoğu zaman şu durumda canlandırıyordu kafasında: Batmakta olan geminin bordasındadır. Filikaların herkesi alamayacağı ortadadır. Çılgınca köprüye yığılmıştır yolcular. Baba da önce ötekilerle beraber koşmaya başlar ama ölüme doğru yerlerinde tepinmekten başka bir şey yapmadıklarını gördüğü bu insanlarla göğüs göğüse gelip yolunu tıkadığı öfkeli bir kadından yumruğu yiyince birdenbire durur ve kenara çekilir; sonunda salkım saçak insanla dolu filikaların uğultu ve küfürler arasında yavaşça azgın dalgalara doğru inişini seyretmekle yetinir.

Babasının bu tutumu nedir? Alçaklık mı? Hayır. Alçaklar ölümden korkarlar ve hayatta kalabilmek için acımasızca mücadele etmesini bilirler. Soyluluk mu? İnsanları sevdiğinden böyle davransaydı hiç kuşkusuz soyluluktu. Ama Agnès böyle bir motivasyona inanmıyordu. Neydi peki? Bilmiyordu. Tek bir şey kesinmiş gibi geliyordu ona: Batan bir gemide ve filikaya atlayabilmek için mücadele verilmesi gereken bir ortamda baba önceden mahkum edilecekti.
Evet, bu kesindi. Kendi kendine sorduğu soru şuydu: Babası kendisinin biraz önce motosikletli kızdan ve kulaklarını tıkadığı için onunla alay eden adamdan nefret ettiği gibi, gemideki yolculardan nefret etmiş miydi? Hayır. Agnès babasının nefret edebileceğini düşünemedi. Nefretin tuzağı insanı hasmına çok sıkı biçimde bağlamasıdır. İşte savaşın edepsizliği: Karşılıklı dökülen kanların yakınlığı, birbirlerinin gözlerinin içine bakarak birbirlerinin yüreklerini delen askerlerin şehvetli yakınlığı. Agnès'in bundan hiç kuşkusu yoktu: Bu yakınlıktan iğreniyordu babası: Gemideki itiş kakış ona öylesine tiksinti veriyordu ki, boğulmayı yeğliyordu o. Birbirlerine vuran, tepinen, birbirlerini ölüme gönderen insanlara dokunmaktansa tertemiz sularda yalnız bir ölü olarak kalmayı yeğliyordu o.
Babanın anısıyla kendisine egemen olan nefretten kurtulmaya başladı. Eliyle alnına vuran zehirli hayali yavaş yavaş aklından çıkarıyordu ki, birdenbire şunları düşündü: Onlardan nefret edemem çünkü beni onlara bağlayan hiçbir şey yok: Ortak hiçbir şeyimiz yok onlarla."

Uzun Zamandır Aklımda Olup Hatırlayamadığım Sözü Sonunda Buldum


"Hiçbir zaman telafi edemeyeceğimiz bir şey vardır: 
On beşimizdeyken evden kaçmamış olmak."

Walter Benjamin

26 Temmuz 2012

Bunun İçin Ölebilirim

Bunu okuyup dolu gözlerimle kitaba sarıldım. İçim ısındı.
 
Bunun için ölebilirim.
Hiç şüphesiz, bunun için ölünebilir.

*Cemal Süreya'nın ilk eşi Seniha ile birlikte yazdığı iddia edilen şiiri (Biz tam emin olamadık ama olsa ne güzel olur değil mi)


Not: Resme tıklayınca büyüyor.

14 Temmuz 2012

Bilgiler Kitabı

 -
Bilgiler Kitabı'nda Arap şair Adonis ile yapılan röportajdan:

-Sayın Adonis, belirli bir tarihsel durumda mutlak bir niteliğe sahip olmakla birlikte, gelenekleri korumayı da hedefleyen kitap olan Kuran hakkında ne düşünüyorsunuz?

-Mümin bir müslüman olmadığımdan Kuran'ı anladığımı ileri süremesem de, deyim yerindeyse, ben Kuran'ın içine doğdum, çünkü çocukluğumda ayetleri, hatta sureleri eksiksiz, ezbere okurdum, babam bana öğretti bunları. Dinsel düzlemle arama koyduğum mesafeden bakınca şimdi Kuran'ı birincil bir metin olarak görüyorum. Ama bugün artık bu metni ikincil olarak adlandırdığım metinden ayıramıyoruz. İkincil metin yorumdur ya da ulemanın, hukukçuların ve filozofların, keza halifenin çevresindeki politikacı ve insanların yaptıkları yorumlar derlemesidir. Dolayısıyla çok karmaşık ve çok farklı olan bu ikincil metin, bence ilk metni gölgede bırakmıştır. Kuran'ı vahyedilmiş kitap olarak şimdi daha iyi anlamak için bu ilk metni ikincil kitaptan kurtarmak gerekir, çünkü metinler ya da ikincil metinler Kuran'ı ideolojikleştirdiler. politize ettiler ve buradan da her türlü köktenci hareket doğdu. Bence bunun Kuran'ın ilk metniyle alakası yoktur. Ama ilk metni ikincil metinden nasıl kurtarabiliriz? Bu bana çok güç geliyor. Bir düşünür, bir filozof, bir şair kişisel olarak Kuran'ı tekrar okuyabilir, ama bu okumayı bütün bir milletin, tüm bir halkın kabul etmesi gerekir. Günümüzün sorunsalı da özünde ilk metinle ikincil metin arasındaki bu ikiliktir.

---

-Şairlerin kimi zaman kısmen tanrısal bir yetileri olduğunu düşünebilir miyiz?

Evet, tabii eğer "tanrısal" olanın anlamı üzerinde hemfikir olursak. Mistikte ya da şairde tanrısal olan şey, insanın yaşadığı bir aydınlanma durumu içerisinde insanın şeffaflaştığının hayal edilmesidir ve bu şeffaflıkla birlikte, insan dünyanın geçirimsizliğine nüfuz edebilir. Demek ki yalnızca iki şeffaflık vardır: insan varlığının şeffaflığı ile dünyanın şeffaflığı. Ve kaynaşma, bu iki şeffaflığın buluşması; tanrısal olan işte budur. Bu şeffaflığa uyuşturucu yoluyla erişmeye çalışmış çok şair vardır.

-Evet Henri Michaux örneğin

Ama gerçek bir mistiğin uyuşturucuya asla ihtiyacı olmaz, o nüfuz edebilir olmak için, dünyanın bu geçirimsizliğini aşabilmek için ve bu dünyalar arasındaki kaynaşmayı gerçekleştirebilmek için kendi deneyimiyle, kendini aydınlatmasıyla ya da şeffaflaşmasıyla uyuşur. Bunun adı da vecd'dir. Vecde sınır yoktur, yaşam ile ölüm arasında hudut yoktur ve bu deneyimlenebilir bir şeydir, herkes bunu cinsellikte deneyebilir. Cinsellikte insanın ölüyor mu yaşıyor mu olduğunu bilmediği bir an vardır. Şairlerde ve büyük mistiklerdeki tanrısallık işte bu andır.
--
Bilgiler Kitabı'nda Arap şair Adonis ile yapılan röportajdan.

28 Eylül 2011

Dino Valls

Sevdiğim sanatçıların keşfedilmesi beni rahatsız ettiği için gizli saklı seviyorum çoğunu. Kıskanç bir insanım neticede. Jacek Yerka yazısını yazarken hissettiğim kıskançlığı şimdi de hissediyorum.



Dino Valls, 1959 doğumlu İspanyol bir sanatçı. Tıp mezunu aslında ama okuldan sonra kendini çocukluk hayali, hevesi olan sanata adıyor. 
Yıllardır bu işle uğraşmış ve hiç boş durmamış, çeşit çeşit projede yer almış. 
Ayrıntılı bilgi sitesinde mevcut: http://www.dinovalls.com/











Çalışmaların devamı da yine sitesinde.

8 Temmuz 2011

Amerika - Allen Ginsberg

America I've given you all and now I'm nothing. 
America two dollars and twenty-seven cents January 17, 1956. 
I can't stand my own mind. 
America when will we end the human war? 
Go fuck yourself with your atom bomb 
I don't feel good don't bother me. 
I won't write my poem till I'm in my right mind. 
America when will you be angelic? 
When will you take off your clothes? 
When will you look at yourself through the grave? 
When will you be worthy of your million Trotskyites? 
America why are your libraries full of tears? 
America when will you send your eggs to India? 
I'm sick of your insane demands. 
When can I go into the supermarket and buy what I need with my good looks? 
America after all it is you and I who are perfect not the next world. 
Your machinery is too much for me. 
You made me want to be a saint. 
There must be some other way to settle this argument. 
Burroughs is in Tangiers I don't think he'll come back it's sinister. 
Are you being sinister or is this some form of practical joke? 
I'm trying to come to the point. 
I refuse to give up my obsession. 
America stop pushing I know what I'm doing. 
America the plum blossoms are falling. 
I haven't read the newspapers for months, everyday somebody goes on trial for 
murder. 
America I feel sentimental about the Wobblies. 
America I used to be a communist when I was a kid and I'm not sorry. 
I smoke marijuana every chance I get. 
I sit in my house for days on end and stare at the roses in the closet. 
When I go to Chinatown I get drunk and never get laid. 
My mind is made up there's going to be trouble. 
You should have seen me reading Marx. 
My psychoanalyst thinks I'm perfectly right. 
I won't say the Lord's Prayer. 
I have mystical visions and cosmic vibrations. 
America I still haven't told you what you did to Uncle Max after he came over 
from Russia.


I'm addressing you. 
Are you going to let our emotional life be run by Time Magazine? 
I'm obsessed by Time Magazine. 
I read it every week. 
Its cover stares at me every time I slink past the corner candystore. 
I read it in the basement of the Berkeley Public Library. 
It's always telling me about responsibility. Businessmen are serious. Movie 
producers are serious. Everybody's serious but me. 
It occurs to me that I am America. 
I am talking to myself again.


Asia is rising against me. 
I haven't got a chinaman's chance. 
I'd better consider my national resources. 
My national resources consist of two joints of marijuana millions of genitals 
an unpublishable private literature that goes 1400 miles and hour and 
twentyfivethousand mental institutions. 
I say nothing about my prisons nor the millions of underpriviliged who live in 
my flowerpots under the light of five hundred suns. 
I have abolished the whorehouses of France, Tangiers is the next to go. 
My ambition is to be President despite the fact that I'm a Catholic.


America how can I write a holy litany in your silly mood? 
I will continue like Henry Ford my strophes are as individual as his 
automobiles more so they're all different sexes 
America I will sell you strophes $2500 apiece $500 down on your old strophe 
America free Tom Mooney 
America save the Spanish Loyalists 
America Sacco & Vanzetti must not die 
America I am the Scottsboro boys. 
America when I was seven momma took me to Communist Cell meetings they 
sold us garbanzos a handful per ticket a ticket costs a nickel and the 
speeches were free everybody was angelic and sentimental about the 
workers it was all so sincere you have no idea what a good thing the party 
was in 1835 Scott Nearing was a grand old man a real mensch Mother 
Bloor made me cry I once saw Israel Amter plain. Everybody must have 
been a spy. 
America you don're really want to go to war. 
America it's them bad Russians. 
Them Russians them Russians and them Chinamen. And them Russians. 
The Russia wants to eat us alive. The Russia's power mad. She wants to take 
our cars from out our garages. 
Her wants to grab Chicago. Her needs a Red Reader's Digest. her wants our 
auto plants in Siberia. Him big bureaucracy running our fillingstations. 
That no good. Ugh. Him makes Indians learn read. Him need big black niggers. 
Hah. Her make us all work sixteen hours a day. Help. 
America this is quite serious. 
America this is the impression I get from looking in the television set. 
America is this correct? 
I'd better get right down to the job. 
It's true I don't want to join the Army or turn lathes in precision parts 
factories, I'm nearsighted and psychopathic anyway. 
America I'm putting my queer shoulder to the wheel.


***
Amerika her şeyimi verdim sana, şimdi bir hiçim
17 Ocak 1956 ve iki dolar yirmi yedi sent
Kendi kafam bile bir destek değil bana.
İnsanlarla savaşı ne zaman sona erdireceğiz Amerika?
Al şu atom bombasını da kıçına sok.
Kafam bozuk, Amerika, bir de sen üstüme varma,
Kafam yerine gelene dek şiir miir de yazmayacağım
Söyle bana Amerika, ne zaman melekleşeceksin sen?
Ne zaman bakacaksın mezarlıktan Amerika?
Ne zaman milyonlarca troçkistine yakışır olacaksın?
Amerika, kitaplıkların niçin gözyaşı ile dolu?
Amerika, Hindistan'a yumurtalarını ne zaman yollayacaksın?
Amerika, bu senin kılı kırk yarmalarından bıktım artık.
Ne zaman süpermarkete gidip şu güzel gözlerim için
-----gerekenleri alabileceğim?
Amerika, her şeyin bir yana, eksiksiz olan bir sen varsın
-----bir de ben, öbür dünya değil.
Şu makinelerine de dayanasım kalmadı Amerika, bil.
Bende bir ermiş olma isteğini sen uyandırdın
Bu tartışmayı çözmek için bir başka yol olmalı.
Burrouhs şimdi Tanca'da, sanmıyorum ki geri dönsün
-----korkunç bir şey olurdu bu
Sen de korkunç musun Amerika yoksa bir oyun mu bu?
Saplantımdan döneceğimi sanıyorsan aldanıyorsun.
Öyle üstüme varma Amerika, ne yaptığımı biliyorum ben.
Amerika, erikler çiçek döküyor.
Aylardır gazete okuduğum yok, her gün cinayetten birisi
-----kodesi boyluyor.
Amerika, Wobblie'lere tutkunum ben.
Küçükken tüfektim Amerika, özür mözür de dinlemiyorum
-----şimdi her fırsatta esrar çekiyorum.
Günlerce evde oturup iş olsun diye kilerdeki
-----gülleri seyrediyorum.
Chinatown'a gittiğimde kafayı çekiyorum ölesiye, ama
-----hiç kimselerle yatamıyorum.
Bu işin içinde bir şamata olduğunu sanıyorum.
Ah! Sen beni Marx okurken görmeliydin Amerika.
Ruh doktorum hiçbir şeyin yok diyor.
Hiçbir şeyim yok gerçekten, Tanrı'ya yakarma dahil.
Mistik görünümlerim ve kozmik titreşimlerim var yalnız.
Amerika, daha sana Max Amcam Rusya'dan döndükten sonra
-----ona yaptıklarından söz açmadım.
Sana sesleniyorum Amerika
Heyecanlarının daha Time eliyle yönetilmesine göz yumacak mısın?
Ben Time'a tutkunum Amerika
Her hafta bir tane alıp okuyorum.
Köşebaşındaki şekercinin yanından geçerken kapağı beni gözlüyor.
Onu Berkeley Halk Kitaplığı'nın bodrum katında okuyorum.
Sana hep sorumluluktan söz ediyor. İş adamları ciddi.
-----Film yapımcıları da ciddi. Herkes ciddi, ben hariç.
Zaman zaman Amerika ben değil miyim diye düşündüğüm oluyor.
Yeniden kendi kendimle konuşmaya başladım işte.
Asya bana karşı ayaklanıyor Amerika.


Bir meteliklik talihim yok.
En iyisi ulusal kaynaklarımı inceleyip onlara dönmek.
Ulusal kaynaklarım, biliyorum, iki parça esrar,
-----binlerce cinsiyet organı, saatte 11000 mil hızla giden
bir özel basılmaz edebiyat ve yirmi beş bin tımarhane
Cezaevlerimden ve beş bin güneş ışığı altında saksılarda
-----yaşayan fakir fukaradan söz etmiyorum.
Fransa'daki kerhaneleri kaldırdım, şimdi sıra Tanca'da
Katolik olmasına Katolik'im ama gene de başkan olmak istiyorum.
Amerika, senin bu alık ve çılgın havanda nasıl kutsal bir
-----yakarma yazabilirim?
Dörtlüklerime Henry Ford gibi devam edeceğim, yazdıklarım
-----onun çıkardığı otomobiller kadar kişisel,
-----üstelik herbiri değişik cinsiyetten.
Amerika dörtlüklerimi peşin para 2.500 dolardan satarım sana,
-----eski dörtlüklerimi de 500 eksiğine alırım.
Amerika, Tom Mooney'i serbest bırak.
Amerika, İspanyol cumhuriyetçilerini kurtar.
Amerika, Sacco ve Vanzetti ölmemeli.
Amerika, ben scottsboro çocuklarıyım
Amerika, yedi yaşımdayken anam hücre toplantılarına
-----götürdü beni, orada bize leblebi satarlardı, bir karneye
-----bir avuç leblebi beş sent ve söylev beleşti. Herkes
-----bir melekti orda Amerika ve işçilere karşı iyi
-----duygularla doluydu herkes içtendi Amerika ve bilemezsin
-----parti 1833'te nasıl iyiydi ve Scott Nearing ne hoş
-----bir ihtiyardı Bloor Ana bir seferinde nasıl da
-----ağlatmıştı beni bir kez İsrael Amter'i de görmüştüm.
-----Orda. Her biri birer casus olmalıydı onların.


Amerika biliyorum gerçekten savaşmak istemiyorsun.
Amerika onlar Rus haydutları biliyorum.
Ruslar onlar Ruslar ve Çinliler. Ve Ruslar. Ve Ruslar.
Ruslar bizi canlı gövdeye indirmek istiyor. Lüpletmek istiyor.
-----Gücünden çılgına dönmüş Moskof. Elimizden
-----arabalarımızı ve garajlarımızı almak istiyor
Chincago'yu ele geçirmek istiyor. Onun kızıl Reader Digest'a
-----ihtiyacı var. Bizim otomobil fabrikalarımızı
-----Sibirya'ya taşımak istiyor. Benzin istasyonlarımızı
-----o büyük iğrenç bürokrasi yönetsin istiyor.
İyi bir şey değil bu. O Kızılderililere okuma yazma
-----öğretmek istiyor. Onun büyük güçlü kuvvetli zencilere
-----ihtiyacı var. Bizi günde on altı saat çalıştırmak
-----istiyor. İmdat.
-----kapalı kapıların gerisinde
içindekilerin gece doyumsuz dolaştığı,
çıplak gölgelerin sessizce birbirini aramaya çıktığı
-----ışıksız bir evde
Amerika, bu iş ciddi.
Amerika, ben bunları televizyona bakarak çıkarıyorum.
Amerika doğru mu bunlar?
Hemen çalışmaya başlamam iyi olacak. Öyle görülüyor.
Ama Amerika orduya yazılmak istemiyorum, ne de fabrikalarda
-----tasviye tekerleği çevirmek, miyobun biriyim,
-----üstelik de kafadan çatlak.
Amerika dönsün çark. Nasılı masılı yok. Şu oğlan
-----omuzlarımızla dönsün.


Çev: Orhan Duru -Ferit Edgü

4 Temmuz 2011

Deliliğe Övgü - Erasmus

"Özetle, hayatta hoş olan ya da sürekli olan hiçbir bağlılık görmezsiniz. Hükümdar uyruklarını, uşak efendisini, cariye hanımını, öğrenci eğitmenini, dost dostunu, koca karısını, ev sahibi misafirini, arkadaş arkadaşını; durmadan hata, yüze gülme, hatırşinaslık ya da buna benzer hoş bir deliliğin verdiği tatlı rüyalarla karşılıklı olarak aldatmazlarsa, her biri az zamanda diğerine katlanılmaz gelir."
"Rica ederim, bana söyleyiniz, insan kendinden nefret ederse birini sevebilir mi? Kendi kalbi ile barışık olmazsa başkalarıyla iyi geçinebilir mi? Kendi varlığından canı sıkkın ve yorgun ise topluluğa hoşluk getirebilir mi? Bu soruların hepsine evet ile cevap vermek için, deliliğin kendinden daha deli olmak lazımdır. Ben toplumdan dışlanırsam insan başkalarına katlanmak şöyle dursun kendi kendine bile katlanamayacaktır. Kendiyle herhangi bir ilişkisi olan her şeyden tiksinecek ve şahsı kendi gözünde bir kin, iğrenme ve nefret konusu olacaktır. Zira, genellikle anadan daha çok üvey ana olan doğa, bütün insanlara ve özellikle biraz bilgelik sahibi olanlar, ellerinde olana karşı isteksizlik göstermeyi, olmayana hayran olmayı emreden talihsiz bir eğilim vermiştir. Bu uğursuz eğilim, hayatın bütün faydalarını, bütün güzelliklerini, bütün çekiciliklerini bozar; son olarak hayatı da tamamen mahveder. Ölmezlerin insanlara verebildikleri en kıymetli armağana, güzelliğe sahip olan, kendi kendinin hoşuna gitmezse neye yarar? Hüznün kara zehriyle bozulunca gençliğin faydaları ne olabilir?"
"Burnu daima eskilerin kitaplarına yapışık olan bilge, ancak ustalıkla bir araya getirilmiş boş kelimeler öğrenir, bana öyle geliyor ki, deli tersine talihin bütün heveslerine maruz olduğundan, başarısızlığın ortasında gerçek ihtiyatkarlığı öğrenir."
"Kendi doğal halinde bulunan hiçbir varlık bahtsız olamaz; yoksa insan kuşlar gibi uçmadığından, dört ayaklılar gibi dört ayağı üzerinde yürümediğinden, boğalar gibi kafası boynuzlarla süslü olmadığından acınmaya layıktır, denebilirdi. Bunun gibi güzel bir at, gramer bilmediğinden, börek yemediğinden dolayı bahtsızdır; akademi çalışmalarının hiçbirini öğrenemiyor diye boğanın talihine acınmalıdır, denebilirdi. Fakat at gramerci olmamakla ne kadar bahtsız değilse insan da deli olmakla o kadar bahtsız değildir; zira delilik onun doğasına bağlıdır. Ama işte benim ince düşünceli akıllarım, bana yeni bir itirazda bulunuyorlar ve "tanrılar" diyorlar, "insana doğanın vermediği şeyi zekasıyla gidermesi için, bilim ve sanatların bilgisini verdiler." -Fakat rica ederim, bana şunu söyleyiniz: böceklere bitkilere ve en küçük çiçeklere gerekli olan şeyleri o kadar büyük derin görüşlülükle veren doğanın, o sevecen ananın bilimler ve sanatlar insanın mutluluğu için şarttır diye düşündüğü halde bunları ona vermeyi unutmuş olması mümkün müdür? Bilimler ve sanatlar doğadan gelmezler."
"Altın çağının masumluğu yavaş yavaş bozulunca, muzır cinler, evvelce dediğim gibi bilim ve sanatları icat ettiler. İlk önce bunların sayısı azdı; pek az kişi bunlarla meşgul olurdu. Az sonra Keldanilerin boş inançları ve Greklerin işsiz güçsüzlüğü yüzünden bunlardan pek çok sayıda icat olundu ve her biri zihinlere birer işkence kesildi. Zira en önemsizlerinden biri olan gramer, bir adama tek başına bütün bir ömür eziyet etmeye yeter."
"Evet, insanlar kendilerini bilgeliğe ne kadar verirlerse mutluluktan o kadar uzaklaşırlar. O zaman bizzat delilerden daha deli olduklarından, insan olduklarını unutur tanrı gibi görünmek isterler; Titanların örneğine uyarak bilim üzerine bilim, sanat üzerine sanat yığarlar ve bunların her birini doğaya karşı savaşmakta birer silah olarak kullanırlar. Demek ki insanlar, hayvanların cehaletine, deliliğine ellerinden geldiği kadar yaklaşmak, hal ve yapılarının üstünde hiçbir şeye girişmemelilerdir ki kendilerine eziyet eden üzerilerine yüklenen sayısız sefaletin hissedilir şekilde azaldığını göreceklerdir."
"Bu adam, çocukluğunu ve gençliğini bin bir türlü bilimi öğrenmek için eziyet çekmekle geçirir; en güzel günlerini, uykusuz gecelerde, zahmetlerde, işlerde ziyan eder. Ömrünün geri kalan kısmında en ufak bir haz duymaz. Her zaman fakir, sefil, gamlı, neşesiz; kendi kendine bir yüktür, başkaları için de katlanılmazdır; renksizlik, zayıflık, ihtiyarlık ve her nevi sakatlıklar, mesleğinin ortasında gelip üzerine yüklenir, nihayet o başka insanların yaşamaya başladıkları bir yaşta ölür. Gerçi doğrusunu söylemek gerekirse, hiç yaşamamış bir insan için ölüm saatlerinin hepsi eşittir. İşte ünlü bilgenin görkemli tasviri."
"Bir tüccar, bir asker yahut bir hakim yaptığı çapulculukların kendisine sağladığı para yığınından ufak bir sikke ayırıp şu dindarca saçmalara kullansın; bundan fazlasına gerek yok: hemen hayatının bütün pisliklerinden ruhunun temizlendiğine inanır. Yalan yere yeminleri, hayasızlıkları, kavgaları, sefaletleri, cinayetleri, ihanetleri, hilekarlıkları, her şeyi, her şeyi o küçük para sikkesi temizlemiş, o kadar iyi temizlemiştir ki, adam bunlara yeniden başlamaktan başka bir işi olmadığını sanır." 
"Kitaplar yazarak ölmezlik peşinde koşanlar, hatiplerle aşağı yukarı aynı kumaştan yapılmışlardır. Hepsinin bana büyük minnet borcu vardır. Ama ben özellikle yalnız havailikler, saçmalıklar yazanlara ilham veririm. Zira makul eserlerle az sayıda akıllı insanın alkışlarını çekmek isteyen, hakem olarak Persius'ları, Laelius'ları reddetmeyen bu yazarlara gelince, bunların talihleri bence gıptadan çok merhamete layıktır. Zihinleri hep işkencededir; metinlerine ekler yaparlar, değiştirirler, silerler, sildiklerini tekrar yazarlar, tekrar tekrar gözden geçirirler, düzeltirler, akıl sorarlar; yaptıklarından hiç memnun olmazlar; bir eseri meydana çıkarmak için dokuz on yıl çabalarlar. Bu kadar uykusuzluk, zahmet, çalışmadan sonra, uykunun zevkini tatmadan geçirilmiş bu kadar geceden sonra elde ettikleri ödül nedir? Pek az sayıda okurun alkışı yani dünyanın en boş en havai şeyi. Hem bununla da bitmez: sağlığın, şişmanlığın, istirahatin elden gitmesi, bu gayretlerin kötü sonuçlarıdır. Hayatın bütün zevklerinden yoksundurlar; renkleri uçar, zayıflar, gözleri akar, hatta bazen de kör olurlar; fakirlik ezer, kıskançlık eziyet eder, ihtiyarlık ömürlerinin ortasında yakalar; bütün dertleri çektikten sonra da zamansız bir ölümle göçüp giderler. İşte bilge bir yazarın kendi gibi üç dört sefil tarafından övülme zevkini tatmak için, üzerine çekmekten korkmadığı dertler sürer. Benim koruyucuğum altında yazan yazar ise, tersine ne kadar mutludur; ne zahmet ne çalışma bilir, aklından geçeni yazar, heyecanlanmış düş gücünün bütün hayallerini kitap şeklinde bastırır; hiç silmez, hiç düzeltmez. Bilir ki yayımladığı saçmalıkların çılgınlıkları oranında hayranları olacak, yani delilerle cahillerin sayısız sürüsünü büyüleyecektir. Birkaç alim ve ince kimse eserlerini inceleyip de hor görürse, onun umurunda mı? İki üç makul şahsın ıslıkları, her taraftan toplayacağı sayısız alkışların parlak gürültüsü ile bastırılacak değil mi ki?"

2 Temmuz 2011

Madımak Oteli - Akgün Akova

-Sivastopal, 2 Temmuz 1993,
37 ölü, milyonlarca şiir yaralı-


sizleri tanıyordum
sabahları geçerek önümden giderdiniz işlerinize
siz
kendini amber ağacı sanan karalahana suratlı manav
yüreğini örümceklere diktiren terzi çırağı 
siz
çocuklara çarpıp kaçma eğilimli belediye şoförü
maçlarda peygamberlere küfreden zabıta memuru
evet siz
siz
öğrencilerine atatürk heykelini tokatlatan öğrenci yurdu müdürü
yani siz beyefendi
siz
çanakçılar, kışkırtıcılar, kibritçiler
melek boğazlayıcılar
sahte itfa'ye aslanları
siz 
cinayet sonrası toz olan pır pır sultan imamlar
bayat yeşil biberler
kanat düşmanları
sizleri tanıyordum
kutu kutu odalarım kol kanat gerdi askerlik anılarınıza 
banka cüzdanlarınıza
astım ilaçlarınıza
kiminiz evden kovuldunuz bende yattınız sabaha kadar zik zak 
korudum sizi göktaşlarından ve ay çarpmalarından 
çocukluk arkadaşınızdı otel kayıt memuru önce onu yaktınız
türküleri yaktınız şiirleri yaktınız
doğru sözü yaktınız


akşamları geçerek önümden gidersiniz evlerinize
yıkıntıma sinsi sinsi gülersiniz
kapıda sizi karşılayan çocuklarınız
onlar da öğrenir bir gün
içindeki insanlarla yaktığınız 
bir otelin
sonsuza dek
kül tüküreceğini yüzünüze

Sivas Acısı - Aziz Nesin

Ben tanırım
Bu bulut benim oranın bulutu
Hemşehriyiz ne de olsa
Benim için kalkmış ta Sıvas'tan gelmiş
Yurdumun bulutu
Başımın üstünde yeri var
Ben bilirim
Bu rüzgar bizim oranın rüzgarı
Hemşehrimiz ne de olsa
Benim için kopup gelmiş yayladan
Yurdumun rüzgarı
Kurutsun diye akan kanlarımı
Ben anlarım
Bu acı bizim ora işi hançer acısı
Bir ülkedeniz ne de olsa
Aynı dili konuşsak da
Anlamayız birbirimizi
Hançerin nakışı
Tanıdım acısından
Sıvas işi
Ben duyarım duyumsarım
Bizim oranın sızısı bu
Binip kara bir buluta Sıvas ilinden
Sıvas rüzgarında uçup gelmiş
Helallik dilemeye
Ey yüreğimin onmaz acıları
Ey beynimin dinmez sancıları
Suç ne bende ne de sende
Suç seni karanlıklara gömenlerde
Ne de olsa yurtdaşımsın
Kapalı olsa da bütün vicdan kapıları yüzüne
Bilmelisin bir yerin var canevimde