Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Nisan 2011 Cumartesi

Due Date

Due Date çok büyük beklentiyle izlenmediği takdirde büyük keyif alınacak bir film.

Ethan'ın babasının küllerini içtikleri sahnede gülmekten koltuktan düşüyordum. Bir de Hey You eşliğinde arabada ot çektikleri sahne var ki görülmeye değer.

21 Nisan 2011 Perşembe

The Fighter

The Fighter bir boks filmi olarak düşünüldüğünde kesinlikle Raging Bull kadar başarılı değil ancak Christian Bale'in filmde öyle bir oyunculuk performansı var ki mutlaka görülmeli. Bir de bu adam kilosuyla nasıl bu kadar rahat oynayabiliyor anlamak mümkün değil. Chrristian Bale'i tanımayan birine The Machinist, The Dark Knight ve The Fighter'ı arka arkaya izletsek şok geçirir herhalde.

17 Nisan 2011 Pazar

The King's Speech

Filmin öyle harika bir senaryosu yok belki ama o kadar iyi bir yönetmen ve oyunculuk performansı izliyoruz ki büyülenmemek elde değil. Kraliyet ailesi üzerine yapılan filmlerden hiç hoşlanmayan biri olmama rağmen The King's Speech'i çok beğendim. Sadece Colin Firth değil, Geoffrey Rush ve Helena Bonham Carter da Oscar'lık performans sergilemişler. Filmin sonunda Beethoven'ın 7. senfonisi eşliğindeki konuşma sahnesi ise kusursuzdu. Bir de Guy Pearce ya çok yaşlanmış ya da film için yaşlandırmışlar.

The Social Network

Facebook hayatımızın içerisine o kadar hızlı girdi ve o kadar ciddi bir yer kapladı ki kuruluş öyküsü insanda ister istemez bir merak uyandırıyor. Hele yönetmen de Fight Club gibi bir başyapıta imza atmış David Fincher olunca.

Filmde anlatılanların ne kadarı gerçek ne kadarı kurgu tam olarak bilmek çok zor. Ancak konuyu biraz araştırınca gerçeklerden çok da uzaklaşılmadığını gördüm. Özellikle Eduardo Saverin'e atılan kazık sinir bozucuydu. Sean Parker ise her ne kadar filmde şerefsizin önde gideni gibi canlandırılsa da Facebook'un geldiği konumda çok büyük bir paya sahip olduğunu kabul etmek gerekli.

Filme gelecek olursak yer yer güzel diyaloglar içeren ve sıkılmadan izlenebilecek bir film ancak David Fincher isminin yarattığı beklentiyi karşılayamayan bir film olmuş bana göre.

28 Şubat 2011 Pazartesi

12 Angry Men

Tek mekanda uzun metraj film nasıl çekilir sorusunun cevabı. Uzun bir aradan sonra tekrar izledim. Yine büyük keyif aldım. Filmin en ilginç özelliği ise önyargının ne kadar yanıltıcı olabileceğini anlatan bu filmi, sinemadan anlıyorum diye geçinen birçok insanın sırf siyah beyaz filmelere olan önyargılarından dolayı izlememiş olmasıdır.

İmdb top 250 listesine göre tüm zamanların en iyi 7. filmi olan 12 Angry Men'de bırakın alımlı ve güzel bir kadını, dişi bir sinek bile göremezsiniz. Buradan yola çıkarak filmde nasıl bir senaryo ve oyunculuk olduğuna siz karar verin.

23 Ocak 2011 Pazar

Kader

Haluk Bilginer'in Masumiyet filmindeki efsanevi tiradının öyküsünü anlatan Kader'i dün akşam uzun bir aradan sonra bir kez daha izledim. Kader'in izleyici üzerindeki etkisi film bittikten sonra ortaya çıkıyor. Filmin ardından insanın hayattaki öncelikleri ve aşk üzerine uzun uzun düşünüyorsunuz. Bazı sahneleri tekrar tekrar izliyorsunuz.

Ufuk Bayraktar, canlandırdığı Bekir karakterinin geçirdiği dönüşümü çok iyi yansıtmış. Sadece İzmir'de bankta yüzü gözü şişmiş bir halde uyandığı sahne bile oyunculuğunun ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor. Bir parantez de Engin Akyürek'e açmak lazım. Rolü kısa olmasına rağmen o da filmin en başarılı performanslarından birini sergilemiş. Vildan Atasever ise filmin başlarında yapmacık gibi duran oyunculuğunu özellikle Kars'taki evde geçen son sahnelerde toparlamış.

Filmin sonundaki o güzel replikle tamamlayalım postu:

Geçen gece çocuk hastaydı. ilacı bitmiş, almak için dışarı çıktım. Sağa sola saldırıp nöbetçi eczane arıyoruz. Birden durup dururken içim cız etti. Bir baktım gene aynı karın ağrısı. öyle özlemişim ki seni. Dönerken bir meyhane gördüm. Bir tek içeri girdiğimi hatırlıyorum bir de rakıya yumulduğumu. Arkasından en az dört cigaralık. Sonra gözümü bir açtım karşıdan karlı dağlar geçiyor. Bir daha açtım başımda bi çocuk: “Kalk abi.” diyor “Kars’a geldik.”

Otobüsten indim, yürümeye başladım. Dedim, Allah’ım nerdeyim ben? Burası Neresi? Sonra güç bela burayı buldum. Kapının önünde durup düşündüm. Dedim Bekir, bu kapı ahiret kapısı. Burası sırat köprüsü. Bu sefer de geçersen bi daha geri dönemezsin. İyi düşün dedim. Düşündüm, düşündüm. Ama olmadı, dönemedim. Sonra, bak oğlum dedim kendi kendime. Yolu yok çekeceksin. İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. Yol belli, eğ başını usul usul yürü şimdi.

26 Kasım 2010 Cuma

Scent of a Woman

Yalnızca tango sahnesi, Ferrari sahnesi ya da Al Pacino'nun filmin sonundaki efsanevi tiradı değil her sahnesi her diyalogu muhteşem film. Bu filmde Al Pacino'nun tüm zamanların en iyi oyunculuk performanslarından birini çıkardığını kimse inkar edemez sanırım. Tekrar tekrar izleyin.

19 Kasım 2010 Cuma

Eagle Eye

Zaman zaman I Robot'u, zaman zaman Terminator'u hatırlatan hoş bir filmdi. Oyunculuk çok iyi olmasa da konu filmin sonuna kadar sıkılmadan izlenmesini sağlıyor. İzlememiş olanlara tavsiye olunur.

15 Kasım 2010 Pazartesi

Carlito's Way

Al Pacino'nun bir kez daha hayranlık uyandıracak bir performans sergilediği başyapıt.

De Palma, Carlito ve Gail arasındaki aşkın büyüklüğünü anlatmak için geçmişten sahnelere ya da uzun diyaloglara ihtiyaç duymaz. Bize sağanak yağmurdan çöp tenekesinin kapağıyla korunmaya çalışarak karşı apartmanın çatısından sevdiği kadının dansını hayranlıkla izleyen adamı ve sokakta ona laf atan kişinin sevdiği adam olduğunu anlayıp arkasına dönerek ona sevgi ve hasret dolu gözlerle bakan kadını gösterir. Bu 2 sahne Carlito ve Gail arasındaki aşkın büyüklüğünü anlamaya yeter de artar bile. Daha fazla detaya, repliğe, söze ihtiyaç yoktur.

13 Kasım 2010 Cumartesi

2012

Bir an bile şaşırtmadı. Her karesi Hollywood klişelerine uygundu. Bir de Özgürlük Heykeli'ni kullansalarmış tam olacakmış.

11 Ekim 2010 Pazartesi

500 Days of Summer

Sadece expectations / reality sahnesi için bile izlenmesi gereken film.

9 Ekim 2010 Cumartesi

28 Weeks Later

Senaryosu saçma olan bir filmi kaliteli oyunculuk da harika müzikler de kurtaramıyor maalesef. 2 tane gerizekalı veledin ellerini kollarını sallayarak karantina bölgesinden çıkabilmeleri ve onbinlerce insanın ölümüne neden olmaları o kadar saçma ki filmin görsel açıdan doyuruculuğu, enfes müzikleri ve Robert Carlyle'ın müthiş oyunculuğu güme gidiyor. Hal böyle olunca da serinin ilk filmi 28 Days Later'ı aratan bir film çıkıyor ortaya.

7 Ekim 2010 Perşembe

16 Blocks

Filmin başlarında Mos Def, Bruce Willis'e sorar :

Otobüs durağında üç kişi var.
Evet, bir tanesi yaşlı bir kadın.
Çok hasta ve ölmek üzere.
İkincisi ise en yakın arkadaşın.
Hayatını kurtaran bir dost, tamam mı?
Ve üçüncü de hayallerinin kadını.
Evet, ama dikkatli ol arabanda sadece tek bir kişiye yetecek yer var. Tamam mı? Kimi alırsın?

Başlarından geçen onca şeyden sonra filmin sonunda Bruce Willis soruya cevap verir:

En yakın arkadaşına arabanın anahtarlarını veriyorsun.
Yaşlı kadını hastaneye götürmesi için...
Sen otobüs durağında kızla kalıyorsun, çünkü o senin hayallerinin kızı, değil mi?

26 Eylül 2010 Pazar

Shutter Island

Shutter Island hakkında hep olumlu sözler duymuştum. Bu da filmden beklentilerimi oldukça yukarılara çekmişti. Filmi beğenmediğimi söyleyemem ama yüksek beklentiyle izlediğim bir film olarak bende hayal kırıklığı yarattı.

Bence en önemli sorun sürenin fazla olması. Tek bir hikaye üzerinden giden ve bu hikayeyi de çok detaylandıramayan bir film için neredeyse 2,5 saatlik bir süre çok uzun. Sonuç olarak izlemezseniz çok bir şey kaybetmezsiniz diyebilirim bu film için.

19 Eylül 2010 Pazar

An American Crime

An American Crime 1965 yılında yaşanmış gerçek bir olayı mahkeme kayıtlarından yola çıkarak anlatan 2007 yapımı bir film. Uzun zamandır görmek istiyordum ama bittiğinde keşke izlemeseydim dedim. Bunu film kötü olduğu için söylemiyorum. Özellikle oyunculuklar son derece başarılı. Ancek o kadar çarpıcı bir hikaye ki insan film bittiğinde kendini berbat hissediyor. En son Requiem For a Dream'in ardından bu kadar berbat hissetmiştim.

Filmin en rahatsız edici sahnesi genç kıza şiddet uygulayanların mahkemede kendilerine sorulan neden sorusuna verdikleri ortak cevabın (Bilmiyorum) arka arkaya verildiği sahneydi. İnsanın gerekli ortam oluştuğunda hiçbir nedene ihtiyaç duymadan böylesi bir şiddeti uygulayabileceği gerçeği en ağır işkence sahnesinden bile daha rahatsız ediciydi. Son olarak söyleyebileceğim ise güzel bir film ama bence izlemeyin.

10 Eylül 2010 Cuma

Nefes

Dün akşam abimle izledik filmi. Nefes, sinemalarda gösterildiği dönemde izleyenler filmden o kadar büyük bir övgüyle bahsetti ki benim de beklentilerim çok yükseldi. Belki de bu nedenden filmi beğenmedim.

Film fragmanlarda da gördüğümüz son derece başarılı bir içtima sahnesi ile başlıyor. Ancak o sahnede zirveye çıkan yüzbaşının kararlığı, basireti, gücü kısacası her şeyi o andan itibaren düşüşe geçiyor. Askerliğini Güneydoğu'da değil Ankara'da yapan ancak o bölgede askerliğini yapmış pek çok arkadaşla sohbet etme şansı bulmuş biri olarak oraya giden insanların geçirdiği dönüşümün tam tersi olduğunu söyleyebilirim. İnsanlar o bölgeye gittiklerinde sudan çıkmış balık gibi olup orada yaşadıklarıyla güçlü ve kararlı hale gelirler. Tabi bu güç ve kararlılık sadece o bölgede anlamlı olan, oradaki görev tamamlanıp da büyükşehire dönüldüğünde hiçbir anlam ifade etmeyecek bir güçtür. Bizim yüzbaşı ise son derece kararlı geldiği karakolda karakter oluarak günden günden eriyip kendi askerine silah çeken, silahındaki son mermileri boş yere harcayan bir adama dönüşüyor. Bütün film bu adamın etrafında döndüğü için rahatsız edici bir durumdu bu dönüşüm.

Bana göre filmin en başarılı sahnesi nöbet tutan askerin, arkadaşlarını eğlendirmek için yaptığı asansörde kalan adam taklidiydi. Nöbet tutan asker, o an oradaki askerlerin tamamını kardan, soğuktan, dağlardan, barut kokusundan, ölüm korkusundan uzaklaştırıp bambaşka bir boyuta taşıdı.

Özetle Nefes, benim için yüksek beklentiyle izlenen ve hayal kırıklığı yaratan bir film oldu.

25 Temmuz 2010 Pazar

Trainspotting

Uyuşturucu üzerine yapılmış en iyi film. Filmin uyuşturucu kullanımını özendirdiğine yönelik iddialara en iyi cevap bebeğin öldüğü sahnedir herhalde. Requiem for a Dream'in tamamından daha vurucu olmuştur benim için. Bununla birlikte Renton'ın tuvalete daldığı sahnedeki metafor sinema tarhinin en iyilerindendir. Robert Carlyle'ın psikopatlığı ise filmin en neşeli sahnelerini izlettirmiştir. Renton'ın ailesinin onu odaya kilitlemesi sonucu geçirdiği kriz olağanüstü sahneler içeren çok etkileyici bir bölüm olsa da bana göre filmin en etkileyici kısmı Perfect Day eşliğindeki aşırı doz sahnesidir Uzun lafın kısası güzel filmdir Trainspotting. Tekrar tekrar izlemeye değerdir.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Journey to the Center of the Earth

Dünyanın Merkezine Yolculuk Jules Verne'in efsanevi kitabından yola çıkan tipik bir Brendan Fraser filmi. Çok iyi bir film değil belki ama sıkılmadan izlenebilen eğlenceli bir film. Sürenin çok uzun tutulmaması da yerinde olmuş. Daha uzun sürse sıkabilirdi. Tabi bu filmi sinemada 3 boyutlu olarak izlyebilmiş olsaydım muhtemelen daha çok keyif alırdım. Filmde bir de Anita Briem adında bir güzellik var ki, insanda tası taağı bırakıp İzlanda'ya göç etme hissi uyandırıyor. Sırf Anita Briem'i görmek için bile izlenebilir bu film.

20 Temmuz 2010 Salı

Rambo

61 yaşındaki Stallone ile Rambo nostaljisi yapmak güzeldi. Ama filmin çekilme amacı da sadece nostalji yapmaktı sanırım. Çünkü özensiz hatta olmayan bir senaryoyla karşı karşıyayız. Dolayısıyla da süre olarak oldukça kısa bir film olmuş Rambo serisinin bu son filmi. Ancak çatışma ve şiddet sahneleri konusunda filmin hakkını yemeyelim. Stallone, yönetmen koltuğunun hakkını vermiş. Son derece gerçekçi ve başarılı sahneler çekmiş. Türü sevenlerden hala izlemeyen varsa biraz nostalji biraz da bu sahneler için izlemeye değer diyebilirim.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Hitman

Geçtiğimiz haftasonu abimle birlikte izledim filmi. İkimiz de oyunu çok az oynamıştık. İyi bir film olduğunu söyleyemem ama sıkmadan izlenebilen bir aksiyon filmi olmuş Hitman. Oyunu fanları için ise hayal kırıklığı söz konusu. Çünkü oyunu çok az oynamama rağmen ben bile filmdeki Hitman ile oyundaki Hitman'in pek de örtüşmediğini fark ettim. İstanbul sahneleri bilindik. Her zamanki gibi İstanbul'u bir Arap şehri gibi göstermek için modern Türk insanı profili yerine Kapalıçarşı profili seçilmiş. Türkiye Rusya sınırı ve Galata Kulesi'nin içinde bulunan upuzun koridorlara sahip otel gibi saçmalıklar da filmin eksilerinden.
Blog Widget by LinkWithin