Akşamınızı bir bardak çay ile açtıysanız sizden şanslısı yok dünyada bilesiniz. Öyle basit bir eylem değildir, olamaz da... Dumanıyla uçup gitmeyen dert var mıdır? diğer her duygu size kalabilir, iyi de olur.
Nitekim biz de burada böyle yaptık, çokça teknolojiden soluyarak da olsa işte yudumluyoruz, nefesimiz yettiğince okuyup yazıyoruz, anlatıyoruz ve en önemlisi anlamaya çalışıyoruz. Anlaşılmak insanoğlunun en büyük derdiydi ya hani. Son bir yıldır sadece "akademik" olan hayatımın her köşesinde bol bol bilim var iken eksik olan onlarca şeyin yeni farkına varıyorum. Ne yazık bana değil mi? zavallı bir durumdayım böyle bir halet- i ruhiyyeye sahip olanınız varsa tavsiyemdir, acilen kıyısından dönün ve elinize bir kitap alın, bir konsere gidin bir oyun izleyin, hiç birini yapamıyorsanız alın karşınıza birini de derdini dinleyin. İnanın bu bile size çok şey katar. Fıtratımızdandır en kötümüz bile bir çözüm arayışı içine girer bir sorun karşısında aslında, ya da ben Polyanna' ya kendimi çok mu kaptırmışım demeliyim?
Şimdi bir yudum daha çaydan....İnsan ilişkilerinde gereken o anlayışı fazla zorladığımı düşünsem de her ne kadar, hala hamam ve tas olduğu yerde ( bu sözü hiç anlamamışımdır). Konuşup, dinlerken mutlu olmalı insanoğlu...Düşünün en son diyalog kurup mutlu olduğum kişi 5 yaşında bir çocuktu ve tam olarak günlerden pazardı (2 gün önce). Market alış- verişinden dönerken arabanın tekerleğine sıkışmış çöp torbalarını tekmeleyip içindeki her şeyi dağıtan sarı saçlı " tombul" bir erkek çocuğu...Beni görünce duraksadı. Elbette kızmadım ama bir tuhaf karşıladım yüzüm şekilden şekile girdi eh bir de tekmelediği arabanın bizimki olduğunu varsayarsak... Karşı apartmanımızda oturur ama yanaklarını sıkıp başını okşadığım olmamıştı hiç, adını bile bilmem ( alın size komşuluk(!)). Elimdeki torbalardan birinde bir çikolata olacaktı dedim kocaman bir paket çikolata, hangi çocuk sevmez ki? Sonra; artık tekmelemezsen ve bundan sonra böyle kötü şeyler yapmazsan birlikte çikolata yiyebiliriz dedim, afallamış kocaman tombul bir surat :) balkondan bize bakan annesine baktı, bana baktı ve çikolataya baktı...Annesi al işareti yapınca ben "bir daha yapmak yok ama" deyince kıs kıs gülmeye başladı, biliyorum tabii ki yapacak ama en azından bir minnakta belki biraz farkındalık uyandrmışımdır belki bininci kez yine aynı tatlılıkla ikaz etmek de lazımdır, olsun efenim olsun yaparım ben. Beraber çikolata yedik, ben arkamı dönmüş apartmanın kapısını açmaya çalışırken dönüp arkama baktım hala bana bakıyordu, dünyanın en güzel duygusu onu gülümseyip bana el sallarken görmekti. O zaman en son kendimi mutlu hissettim. Evet bir ufaklıkla ufacık bir diyalog...ufak ama çok büyük, çok kıymetli.
Büyüdükçe mi bozuluyoruz , büyüdükçe mi değersizleşiyor gülümseme... Aslında her şey o kadar basit ki, galiba biz fazla karmaşık hale getiriyoruz. Ne diyelim?
Bence de bir şey demeyelim, susalım ve çay içelim. Çay içelim ve yazalım. Yazmaktan sonra, eğer etrafınızda varsa konuşabileceğiniz birileri o eylem de ne güzeldir! Selamlar. Hoşça- kalın :)
***ZENCEFİL***
3 Mart 2015 Salı
26 Ocak 2014 Pazar
İNSANIN ÖMRÜ;NAMAZSIZ EZANLA,EZANSIZ NAMAZIN ARASINDADIR
Başlığı okuyup da ürkmeyen var mı merak ediyorum açıkçası.Bizler...bir kaç günde bir ölümü
belki hatırlayan belki kıyısından köşesinden geçen muhterem faniler...
Bahsetmek istediğim aslında kısa zaman,kısa
hikayelerimiz,kısa ömrümüz (: .hep düşünmüşümdür ben bu dünyadaki insanlar
farklı olmalıym diye.Neymiş efendim kaç kişi buralara ne bırakıp gidermiş,ben
farklı olacaksam,bırakmalıymışım.Bugüne kadar hep böyle düşündüm.Yoo
vazgeçmedim,hayallerim hala benimle ,bırakmamaya da kararlıyım belki de bilim
insanı olma sevdam da bundan ileri geliyordur ve o yüzden bu yola
başkoymuşumdur.Bilmiyorum ne kadar vaktim var ne yapabilirim ama erken de
gidersem bu yazım burda dursun.okudukça beni hatırlarsınız( Ağzından yel alsın tarzında ifadeleri de şimdi söyleyen vardır ama o da tek
gerçekliğimizden hayırlısı olsun denir ve susulur.)
Neyse efedim;bugün tam 40.gün...benim hayatımın heybetli
kadınını,babannemi kaybedeli tam 40 gün oldu.Çok güldük,çok konuştuk,çok sevdik,çok
kızdık ve üzüldük ama hiç bir şey umrunda olmadı ve gitti...İşin kötü tarafı bir
daha bizim kapının eşiği onun muhterem ayaklarının altına dokunamayacak,bana sorarsanız o
bile üzgün.89 yaşına kadar yaşamış birine bugün ancak Maşallah derler ama hiç
bir ölüm zamanlı gelmez zaten...ya da yaşamaktan hangimiz usanırız da gitmek
isteriz ki,yani "çok yaşamışlık" tabirini kurduğum cümlelerin arasından sildim (:
Biliyor musunuz, gözlerimiz ve kulaklarımız bizi fena halde
aldatıyor.Geçenlerde bir evde cenaze
vardı, “başınız sağolsun” dedim ama sadece dedim.Benim acım da olmalıydı ama
yeterince inandırıcı gelmedi bana ölüm.Sadece etraftaki insanlar bir bir uğurlanır
ama benim evim öylece durur.Aksini iddia eden var mı (: ha işte onu diyorum her
şey yaşanınca anlaşılır...Ve ben,yaşayınca anladım ki insanlar aslında sadece
içlerindeki acıya odaklı,başka olup biten her şey çok da etkili ve önemli
değil...
Hangi 89 yıl? Biz daha 25 yıldır beraberiz,yaşamamışlığa vursanız 1 gün bile etmez ve
benim daha onunla yapacak bir sürü planım vardı,daha dedikodularımız
bitmedi,daha beraber yeterince oturup
konuşamadık,daha evleneceğim adamla bile tanışmadı nereye gidebilirdi bu kadar
kısa sürede....
Daha fazlasını ben anlatamıyorum ki...
Sevdikleriniz yanınızdayken kıymetini bilin, “keşke”leriniz
kalmasın hiç (: bir de dua edin,gitseler de yapacak bişeyler hala var...teslim
edene kadar,dilinizin ruhsatı hala sizde.
13 Haziran 2012 Çarşamba
'Ortak bir şeyler var aslında'
Benim değil sadece, insanlığın en büyük sorunu
anlaşılamamaktır, iddia ediyorum,ısrar ediyorum...tüm bunların yanında bazen de
kendimden nefret ediyorum.
İyi ki diyorum, yazarken ses tonum da devreye girmiyor, beni
rahat bırakıyor, bazen ondan bile sıkılıyorum.Anlatmaya çalışırken
sarfettiğim çaba, anlamaya çalışırken
sarfettiğimden daha çok. Dengesizlik kök salmış hayatımın derinliklerine
işlemeye devam ediyor. 2 bitkiyi aynı saksıya ekerseniz, biri diğerini saf dışı
bırakıp hiç bir şey olmamış gibi
büyümeye devam eder...Peki ben kiminle aynı yerde büyümeye çalıştım ? Saf dışı
bırakılmayı kendim seçmişim aslında...
Kişi ne istediğini bilmeli önce dedim, boşverdim yine başa
döndüm. İstediğini her zaman alamazmış insan.Sınavım kaç saat, kaç
dakika daha sürecek acaba...yanıma aldığım 2 kalem bitmek üzere.İşin kötüsü silgim daha
da çabuk bitecek gibi...sildiklerimin geri döndüğünü de hesaba katarsak, boşa
bu çabam farkındayım. En güzeli kağıtları yırtıp atmak, hatta yakmak.
Beynimi bir güzel
yiyip, bana bir şey bırakmayan kurtçuklarıma selam olsun ! Derdim
aslında kendim, hep söyledim. Ülkem halk otobüslerinin rengini , durun durun!
TONUNU tartışadursun, biz de farklı alemlerde gezinmeye devam edelim, hepimizin yeni çıkışlar bulmaya ihtiyacı var hep nasıl olsa...
Son
olarak seçme özgürlüğümü alnından öptüm ! nerdesin sen, nereye kayboldun yine ?
4 Haziran 2012 Pazartesi
kısa kısa
Yazmaya süresiz ara vermiştim bundan çok da uzun olmayan bir süre önce.Geçmişe
bir bakış fırlatıp durunca gördüm yine kelimelerin arasında kaybolmak en güzeli.Bahsim
ben,sen ,o değil..biz hiç değil.Öyle ya insan yoktan var edemez, kalkıp 3 bardak kahve içmek en güzeli,onu da
yazımın bitimine saklıyorum.
Telefonumdan ciddi ciddi kurtulmak istiyorum, her 5 dakikada
bir bakmaktan sıkıldım,refleks halini aldı sanırım ama hiç hoşuma
gitmiyor.Süslü cümlelerden, bu da geçer'lerden, sıkma canını'lardan, daha
gençsin'lerden bıkalı çok uzun zaman oldu ama her söylendiğinde kendimi tekrar
ediyorum hüznüm başa sarıyor gibi...İnsanlardan kaçıp daralan ruhumu kilometrelerce
genişletmek istiyorum, Dünya'mın nefes almaya ihtiyacı var, nefes aldıkça
renklerim canlanacak çünkü biliyorum.Çok soldum, çok soldurdum .İnsanın
emeğinin karşılığını alamamasının karşılığı var mı ? Bugüne kadar 10 tane papağan alıp yetiştirseydim şu
yaptığım saçmalığın yerine belki daha iyi bir iş yapmış olurdum kimbilir...( tamam
espriye de son,bu ara olmuyor zaten... )
Dün karar verdim, bugün bozdum...Yarın yine verip öbür gün
tekrar olacak bu.Hangimiz farklıyız ki? Sıfatımın üzerine yüklüyorum bütün
suçu,yine yeniden." hayırlısı olsun" larımın bir sonu geldiğinde oldu işte hayırlısı diyebilecek
miyim merak ediyorum.İnsan kaderinden kaçamazmış , savaşmaya cesaretim
var,belki bozulur bütün bu kurallar diye... hala dua ediyorum. Farkındalığım sonsuzluğa dair, haketmeyen huzuru bulamazmış, haketmedim mi acaba, haketmedik mi
acaba...
Gidiyorum, kahvemi elime alıp onunla sarhoş olmayı denemeyi
denemek istiyorum, son bir söz çarptı gözüme bakın;
"Ben bir kalp ağrısıyım senin göğüs kafesinde, ağrısını hiç bir zaman hissettirmeyecek olan"
varsa eğer, sevgiyle kalın (:
varsa eğer, sevgiyle kalın (:
27 Nisan 2012 Cuma
Kendinden çıkıp kendine varmak yine
Kelimelerden yol yaptım
önce aklımdan kalbime, sonra kalbimden aklıma…derken uzadıkça uzadı
sorguladıklarım, yalnızlıklarım, belli belirsiz
sevdalarım…
Her defasında koparıp atıyorum köprülerimi kendimle kendim
arasına kurduğum, umudum yok ki benim, varlığıma verecek cevabım da… sorularım
kadar büyük bir hazinem olamaz artık terkedilmiş benliğime bırakabileceğim. ruhum
kadar yakınım yok ama bir o kadar uzağım da yok…Yok oluşu kendime kılavuz
edindim, ”bir bardak su içmelik zamanım”… eğer olursa önümde o kadar uzun bir
zaman, belki kelimelerim sesine kavuşup benden uzağa akar…
İnsan önce kendini anlamalıymış öyle mi? Peki beni benden
daha bilgesi anlasa olmaz mı, beni bana anlat… cümlenin sonunu getirmeye cesaretim var mıydı benim ? evet çok şey istiyorum.
Gökyüzünün mavisinden kaçmayı bıraktığım
gün, gerçekten sevda ne demek anlamış olurum, anlamış olurum neden hala bir kaza kurşununa kurban gitmedim ve
hala yaşıyorum. Söylesenize ölümsüz olduğunu zanneden sadece ben miyim? Ben hissederken ruhumum parmak uçlarımdan
çıktığını bir gün istemeye istemeye , hala
bir umut var mı diyecek miyim?
Başa gelmeden bilinmezdi çaresizlik, öğrenilmiş korkularımın
arkasına sığınıp onlardan bile yardım istediğim zamanlar…. Ne boş çabam, ne boş
ömrüm , ne-boş-ömrüm ..!
Baktım yıkabildiğim önyargılarımın evlatları olmuş, onları
büyütmeyi reddettim, evlat edindiklerimi de kovdum . Ne zor bir dünya, ne zor
insanın ister istemez üyelik ettiği kalabalıklarla geçinmek, eksik
bırakıldığımızda sözsüz beste gibi, şikayet edememek… ve sonra baktık bizden “biz”
olmuş mu diye… beğenmedik; üzülüp , bir
de üzerine buruşturup çöpe attık
yenilerini yapalım diye… insan’ dık, hata yapardık ve bütün suçu o sıfata
güzelce yükler, pek de soru sormazdık.
Kim, hangi sınıf önde? Kimin kavgası bu yürüyüp giden, kalplerden duyduğum bu silah sesleri hiç susmaz mı, onu bunu bıraktım da,
temizlenmesi gereken Dünya değil ... birilerinin yazdığı oyunları oynamayı gerçekten reddettiğim gün ben “ben” olmuş
olurum ve gerçeğin ete kemiğe bürünmüş
halleri de yanıbaşımda olur.
Ama bugün de dinlemem gereken bir şeyler var, bir yerlerde birileri bir şeyler söylüyor : “geç kalmayı
sil lügatından…" duydunuz mu?
13 Nisan 2012 Cuma
Yapay denizim var beynimde, bir de sinirim
Demirlemek zorundaysan kendini olduğun mekana, şehre ya da
kişilere; kafanda git bir yerlere, şöyle
açıklık deniz kenarı bir yer olsun…
Bana verilen en büyük nimetlerden biri galiba hayal
kurma yetisi. Acemiyim
bu konuda ama başlangıç için hiç de fena sayılmayacak şeyler geçiyor
kafamdan. Sıkıldığım zaman atıyorum kendimi beynime, hem belki bir gün aklıma
çok değişik birşeyler gelir de zengin olmanın yolunu bulurum kimbilir. (
Tamaaaam peki sizi de unutmam ) .
Etrafta ağaçların çiçekleri biz burdayız derken, ilk defa bu
akşam bir kafede otururken farkettim onları ben. Güzelliklere mi kapadım
gözlerimi bilmiyorum, göz doktoru buna bir çözüm bulabilir mi? Bendeki de güzel
bir soru oldu evet.Şöyle :
-şikayetiniz nedir ?
+ııııııı şeyy, göremiyorum da güzel şeyleri ben.
-Hmmm pembe bi gözlük verelim size.
Muhtemel diyalog böyle olurdu sanırım ne bekliyorum ki.
Neyse ne anlatıyordum ben? Kırmızı ışıkların vurduğu ağacın beyaz çiçekleri çok güzel görünüyordu,
tam da tepemdeydiler ve bir bardak çayın yanında çok güzel gittiler doğrusu. Ha
bir de dostlarla muhabbet…o hiç atlanamaz bir ayrıntı. Bu şehre de bahar geldi
ne güzel…
Bütün bir günün
stresini üzerimden bir ağacın alabileceğini
tahmin etmezdim doğrusu. Evet stres, evet ben. Niye mi ? anlatayım;
zaten benim bir olaysız günüm geçmez. Bu ülkede en zor olan şeylerden biri
neymiş biliyor musunuz? Hemen söyleyim öyle
beyin fırtınasına gerek yok, sıkı durun!
-35 numara ayakkabı
giymek.
Niye şaşırdınız ki, gerçekten öyle. Tam 6 tane dükkan gezip bir tane
bulamasaydınız, eminim siz de benim gibi düşünürdünüz. Çünkü zaten toplamdaki
dükkan sayısı o kadar bu şehirde. Herneyse efendim; sinirlendim dolayısıyla
çünkü ben ne zaman neye ihtiyaç duysam, o şey yok olur Yeryüzünden, silinir. Bu
gün de onlardan birini yaşadım işte. Aklımdan onlarca komplo teorisi geçti bir
anda, ne yapsam da intikam alsam diye,
biyolojik saldırıdan tutun da, dükkanlara TNT koymaya kadar, “ siz misiniz 35
numara ayakkabı bulundurmayan!! ” .
Sonra yine bir bardak çay beni kendime
getirdi. Ama zaten saçmalamıştım, ihtiyacım vardı ( laf aramızda çaykolik bir
insanımdır da, annemden geçti genetik olma olsılığı da yoktur bunun ama siz
öyle varsayın ).
Bir defa yazmaya başlayınca aynı anda birkaç konudan bahsedebilme yeteneğim varmış
benim. siz siz olun herşeyinizi vaktinde yapın, sonra böyle benim gibi iki
arada bir derede küçücük şehirlerde bir şeyleri arayıp da bulamama durumu
yaşamayın. Ha bu arada çay içer misiniz? :) ben içiyorum da….
( Tamam söz inidiricem bunu minimuma, fazlası zararmış, ah
anneeeee )
24 Mart 2012 Cumartesi
Bir zamanlardan Bu zamanlara nağmeler
Onca kelimeyi toparlayıp bir araya getirirken , anlamlı bi
cümle kurma gibi bir niyetim yok aslında.Varsın saçma olsun, saçılacağı yere
bakıyorum da alfabenin her hangi bir yerinden iki harfi gelişi güzel koysam
da olması gereken yerde derin bi manaya
bürünecek gibi duruyor.Hazır zaman huzursuzluğı gösterirken, güzel olacak güzel kelimeleri etrafa saçmak...
Artık kar da yok buralarda hüzünlerin üzerini kapatacak, sadece gece var
uyudukça unutturacak, ne yazık; sadece birkaç saat. O zaman küçük ama büyük anıları hatırlamanın tam zamanı
belki…
Çok fazla çiçek koklayıp beynimi uyuşturmak istiyorum, ya da
denizin mavisine dalıp başka renklere duyarsız kalmayı….mavinin yeri başkadır bende, huzur verir, annemi hatırlatır.
İlkokuldayken, annem beni okul çıkışında mavi kot gömleğiyle
hep aynı ağacın altında beklerdi. Ben çıkınca onu gördüğümde dünyalar benim
olurdu, öyle bi mutluluktu ki o tarifini hala bulamadım.Bazen yorgun argın akşam üzeri eve döndüğümde, bana kapıyı gülümseyerek açmasını dünyalara değişmem. Bazen gülümsemesine
sıcak çay ve poğaça kokusu eşlik eder, sabah kalktığımda patates kızartması....öyle
güzel, öyle huzur dolu işte.
Babam uzaklardan geldiğinde resim defterimi alıp kucağına
koşturmak gibisi yoktu, ona yaptığım resimleri
teker teker gösterip anlatırdım. Topladığım aferinleri hafızama atıp bugünlerde
hatırlayacağım aklıma gelmezdi, aferinlerim
beni mutlu ediyor evet, iyi ki çizmişim kocaman kocaman evler ve insanlar
diyorum şimdi. Şu zamanlarda yeteneğim de körelmiş resim yapmaktan nefret eden
biri oldum.
Bütün güzellikleriyle hatırlıyorum çocukluğumu ve anılarım
iyi ki var galiba.Bu sıkıcı, çekilmez, akla zarar günlerde tek kurtarıcım. Çocukları
olanlar ! onlara bu güzelliklerden biriktirmeleri için yardımcı olun olur mu? (:
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)