fono etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bir lisan bir insan  

Posted by Asuman Yelen in , , ,


Plop plop plop...

Öğrendiğim ilk İngilizce kelimeler...

"A princess of Egypt" "Bir Mısır Prensesi" isimli bir öykünün ilk üç satırı. Bir kurbağanın suda çıkardığı sesler.

Bir rastlantı eseri evimize girmiş, İngilizceden Türkçeye, öğretmek üzere hazırlanmış bir öykü kitabından bahsetmek istiyorum. Fono yayınlarından çıkarılmış. Altmışlı yılların başıydı. İlkokul dördüncü sınıfa gidiyordum. Adıyaman' daydık.

O yıllarda biz çocuklar çok fazla okurduk. Kitaplar, dergiler elden ele dolaşırdı. Bahçe duvarlarına oturur okurduk. Pikniklerde ağaç altlarında, damlarda her boş vaktimizde okurduk. Sanırım birisi bu kitabı vermiş, bir daha da peşine düşmemişti.

Kitap gözümün önünde. Sol taraftaki sayfada öykünün İngilizcesi, karşıda da Türkçe, kurallı çevirisi. O üç kelime beni sol tarafa çekti. Aslında Türkçe çevirisi de aynı şekilde başlıyordu ama bilmem neden, (biraz genlerle alakalı, biraz mazoşist bir eğilim belki) ben bir sözlük edindim ve kelime kelime çevirerek, gözüm kayarsa diye de Türkçe sayfanın üzerini bir kağıtla kapayarak o kitabın öykülerini okumaya başladım.

Böylece ilk öğrendiğim kelimeler Mısır, prens, prenses, kurbağa, kral, kraliçe, aşık olmak, öpmek, sevmek, kızmak, sofra, yemek, saray uşak vs. uzayıp gidiyordu, silinmemek üzere hafızama yerleşmeye başladı. Öpücükle prens olan kurbağanın meşhur hikayesiydi.

Her kelimeye bakıp bir cümleyi çeviriyor, karşı sayfayla kontrol ediyordum. Öyle çok zevk alıyordum ki. Zaman hep aynıydı. Masal zamanı. Karmaşık değildi yani. Farkında olmadan bir şeyler oturuyordu.

Evde her kafadan bir ses çıktı. Ağabeyim ve arkadaşları alay ettiler. Gramer bilmeden olmaz diyordu herkes. Babam da önce tereddüt etti. Ama öyle aslanlar gibi savunuyordum ki yaptığımı.
Gramer ( her ne ise) bana gerekli değildi. Ben okuduğumu anlıyordum. Bunun ne zararı olabilirdi.

Okuduğumuz hiç bir şeyi elimizden almayan babam, onu da almadı. O yaz tatilini en az yüz kelimeyle kapattım.

Ortaokulda önceleri süper, sonraları vasat, en sonraları berbat bir öğrenci olan ben, karnemde tüm derslerimin zayıf olduğu lise iki ikinci dönem (lise ikiyi iki sene okudum) ve lise sonda bile İngilizcem beşin altına düşmedi. Bitirme sınavında beni çok seven Meral hocam, başıma bir iş gelmesin diye (boşvermişliğimin farkındaydı o dönem) "Yesterday' ı (Beatles) söyletip göndermişti.






Bu lisanı sevmemde bir ikinci yaz tatili kitabının da katkısı büyüktü. Babamın, radyo BBC yayınları ile eşgüdümlü olarak okuyup İngilizce öğrendiği çok eski bir kitap. Essential English.

Bu, çeşitli ülkelerden İngiltere' deki bir yaz okuluna lisan öğrenmek üzere giden 6 gencin okuldaki gündelik yaşamını anlatan bir ders kitabıydı. Jan, Lucille, Olaf, Pedro, Frieda ve Hob adındaki gençlerin tanışmalarını, kaynaşmalarını anlatan, ilerleyen zamanda ailelerini, özel sorunlarını ve duygularını da kapsayan konularıyla, testler ve sınavlar, bolca da resimlerle dolu
parlak sarı sayfalı çok hoş bir kitaptı. ( Sonra ikincisini de buldum)

1955 basımlı bu kitap da, babamın ölümünden birkaç sene sonra elime geçti. Her tarafı onun zarif italik yazısıyla kurşun kalemle hafifçe yazdığı notlarla doluydu. Önce öylesine bir göz atarken, sıradan gündelik diyaloglar arasında Hob dikkatimi çekti. Çok matrak bir tipti. Açılan her konuda anlatılacak komik bir hikayesi vardı. Birkaç örnek.

Konu sinema: Babası Hob' u ilk defa sinemaya götürmüştür. Film bittikten sonra babası döner ve sorar. "Nasıl, sinemayı beğendin mi?" Cevap. "Film güzeldi ama yerim çok rahatsızdı. "
Baba bakar ve "oğlum, koltuğunu indirmeyi unutmuşsun" der.

Konu dans: Hob' dan iki anı. İki tane çok bozulduğu olayı anlatır. İlki: Kızın biri ona "lütfen benimle dans eder misiniz" der ve o, buna çok kızar. Arkadaşları şaşırıp bunda kızılacak ne olduğunu sorarlar. Cevap: "O sırada biz pistin ortasında dans ediyorduk."

İkincisi: Pistte dans ederlerken Hob partnerine sorar. "Hiç benim kadar kötü dans eden birine rastlamış mıydınız?" Bekler, cevap gelmeyince duymadığını zannedip yineler. Bekler hala ses çıkmayınca üsteler. "Niçin cevap vermiyorsunuz?" Kız asık suratla cevap verir. " Düşünüyorum. Hatırlarsam söyliycem."

Gıdıkla da güleyim tarzı şeyler de olsa, Hob' un bu " do yo know the story of the man..." diye başlayan komik hikayeleri sanırım önce merakla çevirip sonra esprisine güldüğüm için o iki cilt kitabı bana zevkle okutturdu. Hele Gatenby' ın soğuk Mr. and Mrs. Brown' ından sonra ...

Yaşamıma rastlantıyla zıplayan bir kurbağacık ve tozlu raflardan fırlayan komik bir genç, şirin şirin kanıma girdiler ve beni iki insan yaptılar.

Bu insanlardan ikincisi hâlâ sıra konuşmaya gelince dili lal kesilse de...


Huzurlu ve keyifli günlere...

Blog Widget by LinkWithin