bahar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Tekerrür  

Posted by Asuman Yelen in ,


Geçen yıl tam da sekiz Nisanda Hüzünlü Şölen başlıklı yazıma şöyle başlamışım.


"Baharın, uyanıp yukarıdaki tatlı selamı ve muzip şirinlikleriyle doğada olacakların müjdesini

verirken biz yaştakileri bu kadar hırpalaması ne kötü."

Doğadaki renklere her gün bir yenisi katılırken eklemlerdeki ağrılar, midelerdeki spazmlar

artıyor. Ruh koşmak isterken beden yatağa çakılıyor.

Bir de anılar başa üşüşünce...Birkaç yaprak da düşünce, siyah yol bulup gelmeğe çalışınca...

Baharın renkleri bünyemde bir türlü karşılığını bulamıyor.

Ama bir yolunu bulup bulduracağız.

Onda bu alım - çalım ve işve, bende de capcanlı bir ümit yaşıyorken...

Bir adım o, bir adım ben, bir yerlerde buluşacağız.

Ne diyor şarkı?

"Ümit ve emel bahçesinde çiçekler solmaz açar,

Ümit ve emel bahçesinin çiçeği ölmez, yaşar..."




Hadi bakalım, kolay gelsin:)

Mutlu Bir Pazar' dan...  

Posted by Asuman Yelen in



İLK BAHAR ŞİİRİ

Bu sabah mutluluğa aç pencereni
Bir güzel arın dünkü kederinden
Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden
Çocuğum uzat ellerini

Şu güzelim bulut gözlü buzağıyı
Duy böyle koşturan sevinci
Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor
Toprak ananın kalbi

Şöyle yanı başıma çimenlere uzan
Kulak ver gümbürtüsüne dünyanın
Baharın gençliğin ve aşkın
Türküsünü söyleyelim bir ağızdan

ATAOL BEHRAMOĞLU

Mayıs'tan hoşluklar ...  

Posted by Asuman Yelen in ,

Bu güzellikler de olmasa baharın geldiğine asla inanmazdım. Bu fotoğrafları çekerken üzerimde yün kazak ve kışlık kaban, ayağımda da yün çorap vardı.

Sanki sırtıma karlar yağıyordu.

Ve bu fotoğrafları bu gün çektim. Mart ayında değil...

Artık havalar ısınsın ne olur...










































































































Hüzünlü Şölen  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Baharın, uyanıp yukarıdaki tatlı selamı ve muzip şirinlikleriyle doğada olacakların müjdesini verirken biz yaştakileri bu kadar hırpalaması ne kötü.

Hiç umut vadetmeyen bir kuru ağaç, günü gelince, şapkasından sürpriz tomurcuklarını çıkarıp selamını veriyor ve bununla ruhumuz alabildiğine şenleniyor.

Bir hafta içinde doğa, çırılçıplak dalları kimi görkemli bembeyaz elbisesi içinde bir geline, ( ki beyaz bence en güzeli), ya da uçuşan pespembe elbisesiyle salınan mezuniyet balosu öğrencisine dönüştürüp, onları kuşların keyifli musikisi eşliğinde, esen tatlı meltemin ritmiyle dansettirirken
bize adeta nispet yapıyor.

Bir yanımız bu şölene keyifle katılmaya çalışırken, eklem ağrılarımız dans partisini engellese de, seyirci koltuklarımızda sükunetle izlerken, yanımızda yöremizdeki boş koltuklara dostlarımızın sağlıkla dönmesini bekliyor, baharın ancak böyle içimize sineceğini biliyoruz.

Tüm ağrıların, kaygıların, yanı sıra, öyle güzel de sürprizleri var ki yaşamın...

On beş gün önce ektiğim semizotu tohumlarını sabah akşam sulamama rağmen (maydanos ve dereotu da ayrı) en ufak bişr kıpırtı görmediğim için tam umudumu kesmişken bu gün akşam üzeri gözüne ilişiveren birkaç küçük yeşil yaprakçık...

Masamın üzerine öylesine bırakılıveren, heyecanlı, kargacık burgacık bir yazıyla telaşlı, heyecanlı ve yüreği sevgi dolu bir genç eliyle yazılmış harikulade bir mektup...

Hep sevgiyle kalalım...

KIş ortasında bahar  

Posted by Asuman Yelen in , , ,




"Ağlama yüreğim yar gelmez


Gelse de artık fark etmez

Ha döndü dönecek ömür bitiyor

Kış ortasında bahar gelmez."


Yar filan beklemeyi otuz yıl öncesinde bıraktım :(((


Benim takıldığım kış ortasındaki bahar keyfiyeti.

İşin duygusal yanının biraz karışık olduğunu söyleyebilirim.

Biraz eğlenceli, biraz hüzünlü.

En çok da komik.


Gençler ve çocuklar benimle yaşıt gibiler. Onlarla iyi anlaşıyorum.

Onlarla, hayvandan, havadan, sudan konuşuyorum.

Benim yaşımdakiler çok yaşlı sanki.

Hepsinden daha cahil, daha aptal, daha beceriksiz gibiyim.


Ne tuhaf.


15-16 yaşlarımdayken, yaşlılarla iyi anlaşırdım.

Onlarla yaşamdan, şiirden, müzikten konuşurdum.

Benim yaşımdakiler çok çocuktu sanki.

Benden daha cahil, daha aptal, daha beceriksiz gibiydiler.


Bir de işin başka boyutu var.


Bu hepsinden komik ama bir o kadar da acıklı :) :(

Şubat ortasında bu bahar havası, ruhumu coştururken

bedenimi allak bullak ediyor.

Eklem yerlerim, belim, sırtım ağrılar içinde, şaşkın.

Metabolizmam dumura uğramış vaziyette.

Boynum başımı , bacaklarım vücudumu taşıyamamanın aczi içinde.

Midem, barsaklarım karnımın içinde düet yapmaktalar.

Söyledikleri şarkı;

"Neler oluyor sana, bana neler oluyor dostum,

neler oluyor bize, bize neler oluyooor?"



Eveet ne diyordu şarkı???


"Kış ortasında bahar gelmeeez.

Gelse de artık kâr etmeeez."





Görüşmek üzere...

Biraz umut...  

Posted by Asuman Yelen in , , ,



Biraz umut kırgın gönüllere, biraz ışık fersiz gözlere, biraz teselli yaslı ailelere, biraz güç yorgun vücutlara, biraz neşe gülmeyi unutan çocuklara, biraz sabır hasret çekenlere, biraz huzur yalnız yaşayanlara, biraz sevgi kararan yüreklere, biraz insaf kırıp yıkıp geçenlere...

Bu yıl ilk defa bahar dalı içimde umut yerine korku uyandırdı. Açmakta acele ettiği için belki.

Üzerine yağacak daha nice karların altında öylece donup kalma ihtimalinden, esecek nice fırtınalarla savrulup gitme ve ve bir daha hiç dönmeme ihtimalinden korktum.

Bugün, kurumuş dalların arasından karanlık gökyüzüne süzülüveren pembe, naif tomurcuklar beni şenlendirmediler. Şenlendiremediler. Yapaydılar, iğretiydiler sanki...

Bu gün şarkı söylemek gelmedi içimden onları gördüğümde.

Sanki bahar hiç gelmeyecekmiş hissine kapıldım aksine...

Güneş hiç açmayacakmış hissine...




Bir hayat masalı  

Posted by Asuman Yelen in , , , , ,




On sekiz yaşındayken yazmıştım bu dörtlüğü. Öyle şeyler yaşamıştım ki, kendimi yüz yaşında gibi hissediyordum. Ardarda yaşadığım deneyimler, zehirli bir hormon gibi beni birdenbire öyle sağlıksız bir şekilde olgunlaştırmıştı ki, dünya anlamsız, gündelik hayat, gündelik işler, yaşıtlarım, onların, aslında sağlıklı ve doğal olan rutinleri, bana sıkıcı ve çekilmez geliyordu. Çook uzak yıldızların arasında, içinde yalnız kendimin yaşayacağı büyülü bir acılar dünyası kurmuştum. Orada yaşayıp gidiyordum.

Zaman zaman şiirler okuyordum Lamartine'in Göl'ü gibi, Bekir Sıtkı'nın Sessiz Senfoni'si gibi sevilenin ölümüne dair. Savaş ve Barış'taki Prens Andrey'in ölen karısının arkasından, ağaçlıklı yolda yürürkensöylediği tiradı okurdum yukarıdan, aşağıdaki dostlarıma. Çok severlerdi beni. Bir parça hayranlık da duyuyorlardı. Öyle ya ben parlıyordum artık, yukarılarda, parlayan yıldızların arasında.

Bazan biri sesleniyordu yukarıya cılız sesiyle. " Ne güzel şeyler söylüyorsun, seni dinlemek hoşuma gidiyor." Ben sessiz hüznümle vakur bir şekilde çeviriyordum başımı. Bazan birkaç tanesi birden geliyor ellerini uzatıyorlardı. Yıldız mabedin çok güzel. Sen de çok efsunlu ve doğru şeyler söylüyorsun. Niçin ara sıra yanımıza gelmiyorsun? Ya da yanına uğramamıza izin vermiyorsun?
BİZİM DE SANA SÖYLEYECEĞİMİZ HOŞ BİR ŞEYLERİMİZ OLABİLİR. Sen çok hüzünlü ve yalnızsın."

İşte bu beni çok sıkıyordu. Onları seviyordum. O kadar. Onlarla paylaşacak neyim olabilirdi ki. Çok sıradandılar. Biraz da gevezeydiler. Bu uzak yıldızlar, bu büyülü mabed, benim engin, acılı, karanlık ruhumu aydınlatmak, şair ruhumu beslemek için gerekliydi. Onların buna ihtiyacı yoktu ki. Aptalca şakaları, sahte nezaketleri, yalakalıklarıyla varsın birbirlerini pohpohlasınlardı. Ama kahretsin onları seviyordum da. Kırılmalarını da hiç istemiyordum. "Sevgili dostlarım. Sizi seviyorum ama lütfen bana ilişmeyin. Bana yaklaşmanız, beni anlamanız mümkün değil. Suç sizde değil. Sizler normalsiniz. Hormonlu olan benim, e mi canlarım" diyip bir de gönüllerini alıveriyordum.

Sonra nasıl oldu bilmiyorum, kendimi yeryüzünde, küçük adamların arasında buldum. Sanıyorum, sebebi, vakitsiz vücuduma giren kötü hormonların beni hasta etmesi idi. Hayatın insana öğrettiği en acı tecrübelerden biri de yalnız başına iken geçirilen hastalıklardır. Kuyruk hep dimdiktir. Yüksek perdeden benim kimseye ihtiyacım yok diye babalanırsın. Amaaa, hastalığa gelince iş değişir. Allah kimseyi o duruma düşürmesin. Küçük dostlarım bana baktılar, beni iyileştirdiler.

Seneler geçti. Acılar bitmedi. Ama artık büyümüştüm. Bu sefer kötü hormonlara izin yoktu artık. Zaten çoktan bağışıklığımı da kazanmıştım. O kadar çok şey yaşamıştım ki, tabii buna seneler de dahil, ayırmadan insanları sevmeyi, kimseleri yargılamamayı, beni kıranlara gülüp geçmeyi, hatta yaş ilerledikçe, ihtiyaç halinde, olabildiğince saçmalamayı becerebiliyordum. Üstelik şimdi bunu yapabileceğim bir de blogum olmuştu.

Bu güne gelince..Yüz yaşındayım ama, onsekizimde hissediyorum.

Yazı yazmayı, yazarken uzun cümleler kurmayı (şöyle, süslü, ağdalı cinsten) ha evet bir de bol bol parantezlerle o cümleleri iyice karmaşık hale getirmeyi seviyorum. İyi ki blogger olmuşum da genç, yaşlı, ergin, ergen bir yığın insanla selamlaşıyor, hasbihal edebiliyorum. Bazı insanlar, nezaketi hep sahtelik olarak kabul etseler de ben, gerçekten nazik bir insanım. Kavgada bile. Küfretmeden kavga etmenin de iki yüzlülük olduğunu kabul etmiyorum. Küfredeni de yargılamıyorum.

Ha, bu arada, yıldızlara bakmaktan hiç vazgeçmedim. Onlar hep parlak ve güzeldir. Mabetler ise büyülü ve çekici. Ama gerçek dünya hepsinden güzel.

Hep sevgiyle kalın...

Blog Widget by LinkWithin