Alttaki yorum benim için oldukça moral bozucu...
*
Grandpa, I miss you. I know this was your"s and Grandmas song.
Gerçi bu (High Society) benim çocukluk filmlerimden Adana' da 1959 da
izlediklerimizden. 1956 da çekilmiş.
Nihayet....
İçtik sabah kahvemizi.
Araya hiç zaman girmemiş gibi,
sanki dün de içmişcesine
devam ettik bildik sohbete kaldığımız yerden
bayram sevinciyle ve coşkusuyla
dünyanın en tatlı kızkardeşiyle...
Yanında rehavete kapılabildiğim,
konuşurken kelimeleri seçmediğim,
"dilim sürçer de kırarsam,
ya küsüp giderse ??? "
diye endişelenmediğim,
-portakal orda kal hesabı yapanlara inat-
esnerken ağzımı kapamadığım,
arkamı dönmekten korkmadığım
şefkati sonsuz,
inadı inat,
dediği dedik,
bir tanecik
dostum,
Rayuş' umla...
Sadece bir sabah kahvesiydi belki
Ama dünyalara bedeldi.
Çok güzeldi...
15-16 yaşlarımızda bangır bangır bağıra bağıra söylediğimiz bir şarkı...
Nasıl da naif sözler. Delikanlı "askere gitmeden önce evlenelim, kim bilir, gidip de
dönmemek var" diyor.(mealen, özetle)
Doğru olup olmadığını bilmiyorum ama o tarihlerde Jim Reeves'in bu şarkıdan hemen
sonra bir uçak kazasında öldüğü yazılıp çizilmişti. Nasıl da üzülmüştük.
Sözleri hala ezberimde ve hâlâ mutfakta söylerim zaman zaman. Ama o tarihlerden beri
(1966-67) ilk defa Jim Reeves' den dinledim şimdi. Garip duygular içindeyim.
Bu arada kendimle ilgili bir şey dikkatimi çekti.
Sahi ben niçin en çok belki de sadece mutfakta şarkı söylüyorum ki?
Ablamın daha doğrusu ikimizin şarkısı.
Her toplantıda her vesileyle bana söylettikleri şarkı.
Lise bitirme sınavında İngilizce' ci Meral Hanımın dersleri boşladığımı bildiği
için diğer hocalara rezil olmayayım diye soru sormayıp, onun yerine söylettiği
şarkı.
Ama en çok, şurup gibi sesiyle ablamdan dinlemeyi sevdiğim şarkı.
İleri yaşlarda küçük bir değişiklikle söylemeyi alışkanlık edindiğim şarkı.
Yesterdey, life was such an easy game to play
now I need a place to hide away...
Galiba ben buralarda nostaljiik bir arşiv yapmaya başlıyorum. Siz bana aldırmayın
dostlar....
İzmir' den kuzenim sevgili Hikmet ağabeyim, bir mail dolusu müzik yollamış.
İçlerinde neler yok ki...
Sağolasın haberdar eden kuzen, varolsun dijital dünya....
İlk kez bu sene gördüm ki, çocuk kitapları hayli
çeşitlenmiş.
Türk yazarlar, yabancı yazarlar, nereye
bakacağımı, neyi seçeceğimi şaşırdım.
Küçükler için, renkli, resimli, italik el yazılı...
Hepsini tek tek okunak istedim desem...
İşin en güzel yanı onları paketlerine
birer gofretle birlikte keyifle
yerleştirip bayramı beklemek...
Bayram sabahı erkenden önce apartmandan, sonra siteden, akşama kadar duyup da taa
uzaklardan gelen çocuklara paçozun hav-havları eşliğinde vermek.
İçlerinden birkaç tanesinin (aslında çoğunun) birer kitap kurdu olmasını hayal etmek...
Son haftanın genel sıkıntılı halini yavaş yavaş atıyorum üzerimden.
Büyük ve kapsamlı bir bayram temizliği yaptık bu gün. Tek sorun, tüy dökme dönemini yaşayan
Paçoz' a rağmen, bu pırıltıyı bayrama kadar koruyabilmek.
Ramazan' ın son haftasına girdik. Pidesiz günüm geçmedi -ki olmazsa olmaz- ama bu sene
1-2 kg. fazla ile atlatacak gibiyim.
Marketteki kasiyer kız, mahallenin çoğunluğu sarı suratlı, öfkeli, bedbin insanlarına o çok geniş
gülümsemesini hiç bozmadan sebil gibi dağıtmaya devam ediyor.
Çok sevdiğim Yeşilçam tadındaki dizim minik küçük hoş mesajları nostaljik müzikleri ile ve tam
da istediğim gibi gelişerek bu günkü huzurumu taçlandırdı. (Hayret kaldırılmadı)
Havalar güzel gidiyor. Sabah kuş seslerine uyanıyoruz. Gece tül perdelerimiz yüzümüzü
okşayan hoş esintilerle dans ediyor.
Karşımızdaki parkta, ilkbahar renkleri ısrarla ışımaya devam ederken, sonbahar renkleri de
ağaçlardan başlarını uzatmaya başladılar.
Yarın, çocuklar için kitap seçmeye gideceğim. Başladığından beri (6-7 senedir) çoğu, genç kız,
delikanlı olurken, yeni doğanlar ilkokula başladı. Yelpaze genişliyor.
Ciddi, sorumluluk yükleyen bir o kadar da zevkli bir iş.
Yarın ya da daha sonra daha ayrıntılı yazabilirim bu konuda.
Veeee,
Bayram geliyor. Yeğenler gelecek. Yemekler, tatlılar yenecek.
En güzeli de Rayuş' la sabah kahveleri içilecek :)))
Herkese sağlıklı, huzurlu bir hafta diliyorum...
Güzel fikir Buğday Tanesi' nden, çekilen kur' a sonucu, güzel kitap Leylak Dalı' ndan geldi.
Düşünen de yollayan da sağ olsun.
Kitaplıkları kitapla dolsun...
Rastgele bir şiir kitaptan.
İSTANBUL
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm.
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm.
Niksar' da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.
Sonra alem değişiverdi.
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak,
Sonra alem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti.
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimde şarkı bitti.
Cahit KÜLEBİ
Aslında güne hiç de iyi başlamamıştım...
Son zamanlarda gözlemlediğim bazı şeyleri bir türlü içime sindiremiyordum.
Hatta eni konu umutsuzluğa da kapılmaya başlamıştım.
Birlik ve beraberliğin, sevgi ve paylaşımın zirvede olması gereken bu güzel ayda, insanların
muhtelif nedenlerden kabuklarına çekilip, birbirlerinden uzaklaştığını görmek, sokaklarda,
araçlarda parlamaya hazır gergin sararmış, asık yüzlü insanlar izlemek...
Ramazan Ayı' nı, sadece açlık ve tövbe ayı sayıp evlerine kapananlar...
İhmale uğrayan dostluklar...
Yine ardarda gelen şehit haberleri...
Sıkıntılar içinde yorgun argın girdim eve. Kuyruğunu sallayan Paçozun başını okşadım,
elimi yüzümü yıkadım. Sonra umutsuzca, sadece alışkanlıktan göz ucuyla baktım, Ramazan' ın
başından beri pek de çalmayan telefonuma.
Ekranda bir numara vardı...Bir de küçük mesaj...
Bir küçük özür mesajı.
Hiç beklemediğim ama görmeyi (duymayı) çok istediğim...
Beni rahatlatan, içimi huzurla dolduran...
Çok teşekkür ederim.
İnsan' a dair umudumun hiç eksilmemesi gerektiğini bana bir kez daha hatırlattığın, beni
böylesine mutlu kıldığın için...
Kocaman sevgiler sana...
Neden sevilir bu ikili bir arada?
Biri tuzlu, biri tatlı. Hatta ekşi- tatlı karışımı. Bir kaşık birinden ardından bir kaşık öbüründen.
Çocukluğumuzda eni- konu öğün yemeği hazırlanırdı sahurda da. Önden çorba, sonra
etli bamya, nohut ya da patlıcan, fasulye ve mutlaka tereyağlı pilav.
Annem ahşap masanın üzerine pilav tenceresini, ardından sayımızca dolaptan çıkardığı iç içe
geçmiş cam kâseleri tek tek tabaklarımızın yanına koyardı.
Sonra büyük bir kâse içinde sahurun 'olmazsa olmaz' ı, bana göre de 'olmasa daha iyi olur' u
hoşaf gelir ve herkese paylaştırılırdı.
Neredeyse doğduğu andan itibaren, önüne ne konursa şapırdata höpürdete dört bir yana saça
saça, çarçabuk yiyip bitiren, ergen yaşına kadar üzerime yapışıp kalan meşhuur 'orman kibarı'
ünvanını sofra başında kazanmış olan bendeniz, hoşafı bu yaşıma kadar asla sevememiş,
caanım pilavın bütün keyfini kaçırdığını düşünmüşümdür.
Eski Ramazanlara dönelim biz yine...
Hemen şunu belirtmeliyim. Çok küçücük yaşlardan itibaren sahur yemeğe başladık. Çok
yalvarırdık bizi de kaldırmaları için, ama bu asla minicik yaşlarda oruç tuttuğumuz anlamına
gelmemeli. Rayegânla bu akşam onu konuştuk. Çok eğlenir, Rayuş'un deyişiyle sürekli
kıkırdaşırdık. Uykudan yemek kokularına kalkmak çok hoşumuza giderdi.
Şu meşhuur yarım günlük oruçları tuttuğumuz yaşlardı. Her sofra bol sohbet demekti bizim için.
Radyo çok güzeldi. Karagöz-Hacivat, Bal Mahmut sohbetleri, hatırladıklarımız hep güzel şeyler.
Bu güne gelince...
Anlatacak pek bir şey yok.
Yarın kendime hoşaf hazırlamaya karar verdim. Hem de erik hoşafı. Bir de yanına pilav.
Severek yiyeceğimden eminim.
Şapırdata şapırdata. Döke saça.
Yeniden "orman kibarı" olmak istiyorum. Hem de çok...
Lotus çiçek açtığı gün, yazık, başka yerlerdeydi aklım,
anlayamamıştım. Sepetim boştu ve ihmal edildi çiçek.
Ara sıra bir hüzün çökerken üzerime, uyandım düşümden, güney
rüzgarında garip bir rayihanın hoş izini buldum.
Bu belli belirsiz hoşluk özlemle doldurup sızlattı yüreğimi, ve bu bana,
kemale ermeyi uman hevesli yaz soluğu gibi geldi.
O zaman bilemedim bana nasıl da yakınmış o, benimmiş,
bu mükemmel hoşluk benim gönlümün derinliğinde çiçek açmış...
R. TAGORE
Gitanjali' den.
Türkçesi: Aytek Sever
Not: Bu harika eserin yepyeni çevirisiyle yeni baskısını bulup gönderen Leylak' cığıma, hem
ince düşüncesi için, hem de bu olağanüstü güzellikteki dizelerin benim için daha anlaşılır
olmasını sağladığı için sonsuz teşekkürler ediyorum.
"Yarın İstanbul' a gidiyoruz."
Yıl 1960. Adıyaman' dayız. Evimizin hemen yanındaki tarlaların arasında çimenlerle
kaplı boşlukta, her birimiz bir tepeciğin üzerinde hafta sonu keyfimizi yapıyoruz. Hepimiz bir
aradayız. Belli ki bu tüm aile birlikteliğini babam bir şekilde sağlamış, yukardaki sihirli cümleciği
aynı anda duyabilmemiz için.
Bir sessizlik. Bu bir şaka olmalı. Ama babam biletleri sallıyor.
Annem gözyaşlarına boğuluyor sevinçten. Babamla çatışmalı ve bu sebepten mesafeli duran
ağabeyim koşup babamın boynuna atlıyor. Bizler şaşkın ve mutlu anlamaya çalışıyoruz.
Hikaye şöyle. Bir gün ütü yaparken radyodan Zeki Müren' den "ana başta tac imiş" şarkısını
duyan annem, ağlamaya başlamış. Babam bunun üzerine izni için bu seyahati planlamış.
İstanbul benim için o tarihlerde, Türk filmlerindeki Yenicami, Galata Kulesi, fotoğraflarda
ablamla ayaklarımızı sarkıttığımız cumbasıyla ahşap bir ev. Sonra, ağabeyimin, harçlıklarını
biriktirip, yol parasını denkleştirir denkleştirmez her fırsatta kaçıp gittiği rüya şehri.
Bir de bildiklerimiz. Ablamla benim doğduğumuz, anneanne, babaanne, amcalar, teyzeler ve
kuzenlerin yaşadığı yer.
Sevgili kara trenimiz. Altı kişilik kompartımanda süper bir yolculuk. Ağabeyim akordeon çalıyor.
Şarkılar, türküler. Annemin poğaçaları. Rahatsız ama mutlu uykular.
Ve İstanbul...
Mersin, İskenderun, Antalya' da akşamlarımızı deniz kenarında geçiren bizler,
ilk defa denizin ortasındayız. Vapurda camdan cama koşuşturuyoruz. Martılar, çaylar, simitler.
Babam sürekli bize bir yerleri işaret ediyor. "Bakın çocuklar şurası Dolmabahçe sarayı. Şu da
Kız Kulesi..."
Sonrası hızlı çekim bir rüya. Göz yaşları, kucaklaşmalar, sofralar, yer yatakları. Bir gün
Kuzguncuk tepesinde, ertesi gün Beşiktaş' ta. Başka bir gün Zeytinburnu' da sonrasında
Bakırköy' de. Amcalar, Teyzeler, kuzenler, bahçelerde koşturmacalar, caddelerde
kaybolmacalar. Babamla Yenicami İş Bankasına gidiyoruz. Eski arkadaşları sevgiyle sarıyor
etrafımızı. Bu İstanbul' un her yeri, herşeyi güzel. Mutlu dönüyoruz Adıyaman' a.
4 yıl sonra...
Galata köprüsü üzerinde garip, taşralı bir grup. 20 yaşında bir delikanlı. Bir elinde akordeon,
diğer eliyle saçları örgülü, 7-8 yaşlarında bir kız çocuğunun elini tutuyor. Onların önünde de
12 ve 14 yaşlarında iki kız, birbirlerinin elini sımsıkı yakalamış, korkulu gözlerle, iki adımda bir
geriye bakarak yürüyor.
Güneş tepede cayır cayır. İnsanlar akın akın yanımızdan geçiyor. Kimileri de üzerimize üzerimize
geliyor adeta. Ürküyorum. Kâbusta gibiyim.
Önce berbat bir tren yolculuğu. Sonra bir insan selinin içinde kaybolmaktan korkarak sürekli bir
koşuşturmaca hali. İskelede turnikelere sıkışıyorum. Utanıyorum. Canım yanıyor. Bu vapur
başka vapur sanki. Ağzımın içi acı. Yüreğim sıkışık. Yaşadıklarımı aklım almıyor. İsyanlardayım.
Çok öfkeliyim. Ve çok korkuyorum.
Bir sürü telaşlı, şaşkın koşuşturma, binip inmelerden sonra "evimiz" e ulaşıyoruz. Birbirinin
aynı bir sürü sokaktan herhangi birindeki, birbiribin aynı apartman dairelerinden herhangi biri.
Her şehir değiştirişimizde babamın ifa ettiği görevi bu kez annem üsleniyor. Önce gelip
bankanın ödediği parayla bir ev satın alıyor, ikinci kez eşyalarla gelip evi yerleştiriyor. Sonra
ağabeyim de bizi getiriyor.
O İstanbul' da ben, uzun süre yalnız başına evden çıkamıyorum korkudan. Ön ve arka cepheye
hemen el uzatsan tutuverecekmişcesine yakın pencereleri ve balkonlarıyla diğer apartmanlar
üzerimize yıkılacak gibi duruyorlar.. Sanki evlerde herkes bağırarak konuşuyor. Müzikler,
bangır bangır. Sabahları, balkonlardan sarkıtılıp dövülen halı seslerine uyanıyoruz.
Bayramlarda, annem bizi akrabalara götürüyor. Örneğin Üsküdar' daki amcamlara. Önce
otobüsle Eminönü' ne gidiliyor. Yine vapur. Uzun süre turnikelere sıkışma korkusunu içimden
atamıyorum. Beşiktaş' a otobüs' le, Bakırköy' e trenle gidiyoruz. Bir de minibüsler var tabii.
Anneme tüm bunları bildiği için şaşkınlıkla karışık bir hayranlık duyuyorum.
Yaşam devam ediyor. Lise yılları. Sonra iş hayatı. İstanbul' da yaşayıp gidiyoruz. Keyifli
zamanlarda, acılı zamanlarda, sabah ve akşam koşuşturmalarında, sinemalarında, tiyatrolarında,
her iki yakasında, sık sık ev değiştirerek onlarca semtinde, (Fatih, Ataköy, Bakırköy, Merter,
Kuyubaşı, Kazasker, Moda, Kartal....) Sadece, öylesine yaşayıp gidiyoruz. İstanbul' la aramızdaki
rabıta sevgisiz başlayan bir evlilikte oluşan alışkanlık kıvamında.
Ve Eminönü...
İlk gençlik yıllarımda benim için sadece vapura binilmek üzere geçilen bir uğrak yeri, bir de
hastalandığımda doktoruna görünmek üzere gittiğim Yenicami İş Bankası. Kalabalık, gürültülü,
ürkütücü.
Son gençlik yıllarımda ise tam ortasında yedi sene çalıştığım, yollarında koşuştururken hiç
farkına varmadan kanıma giriveren, kaybedilen sevgili gibi, emekli olduğumda deli gibi
özlediğim, her fırsatta koşup kucağına atladığım, sesini, tadını, kokusunu sevdiğim yer. Bu
bloglarda her fırsatta bahsettiğim, ayağım rahatsızlandığında, bir daha buluşamayacak olmaktan
delice korktuğum (kalabalığının) beni itip-kakmasından bile zevk aldığım sevgilim.
Benim İstanbul' um.
Dün, severek izlediğim bloglardan İzler ve Yansımalar da sevgili Esmir' in son yıllarda gördüğüm
en güzel İstanbul belgeselini hayranlıkla izler bir yandan da o harika müziği, o müziğin içindeki
Eminönü' nü dinlerken, tüm bunlar tek tek gözümün önünde canlandı. Hüzünlendim. Sonra da
mutlulukla, İstanbul' dan artık nefret etmekten vaz geçtiğimi keşfetmenin zevkini yaşadım.
Ne zaman oldu bu, hangi zaman diliminde bilmiyorum ama dün coşkuyla farkettim.
Bir kez de buradan teşekkürlerimi yolluyorum sevgili Esmir...
April Deniz, 13 yaşında. 5 yaşından beri resim yapıyor. İlk kişisel sergisini 2009 yılında 11
yaşındayken Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezinde açmış.
Altınoluk' ta tarihi muhteşem Abdullah Efendi Konağının 3 odasının duvarlarını dolduran harika
resimlerini zevkle inceledik.
Abdullah Efendi Konağı hem iç mekan olarak, hem sergi sonrasında ikram edilen yiyecek
içecekleri örtülü masalarda sundukları, kedili, köpekli, ördekli hoş bahçesi ve yüksek konumu
itibariyle sahip olduğu muhteşem manzarasıyla çok görkemli bir bina. Buna ilaveten çeşitli sanat
etkinliklerine ev sahipliği yapıyor olması onu daha da değerli kılıyor. Bu sergilerden
bir kaç ay önce Altınoluk' ta büyük ses getiren bir tanesi de beni bu seyahatimde, güzel evinde
(içimi kıskançlikla dolup taşıracak kadar güzel) eşi ile birlikte ağırlayan eski mesai arkadaşım
Ülfet Karaca Çandır' a aitti. Yakınlarda açacağı yeni sergiye ait eserleri mutlaka blogumda
göstermek istiyorum.
Şimdi yeniden resim sergisine dönelim. Misafirleriyle tek tek ilgilenen, Picasso' dan etkilendiğini
resim yapmayı çok sevdiğini söyleyen bu güzel küçük hanımın malesef cep telefonumla
alelacele çektiğim çok az resmini koyabiliyorum.
Tatil izlenimlerimin son kareleri de sevgili Ülfet' in her katını kendi çeşitli el sanatlarıyla
oluşturduğu mobilyalar, minderler, goblenlerle döşeyip bezediği şahane evinin bahçesinden
olsun.
Ve tepedeki bu evin, şaraplarımızı yudumlarken gözümüzü şenlendiren sohbetimizi tatlandıran
manzaraları.
Bu bir haftalık gezimin içine sürpriz iki antik kazı girdi. Henüz halkın ziyaretine açılmamış olan,
Eski Yunan dönemine ait bir villayı salonundan hamamına, dinlenme odalarına kadar gezdik.
Son derece bilgili, heyecanlı, işini seven aşağıdaki genç arkeolog, bize detaylı bilgiler verdi. Her
taş, her duvar, üzerindeki her desen, her oda, her sütun hakkında o günün tarihçesi
doğrultusunda uzun uzun bildiklerini anlattı. Gıptayla, hayranlıkla izledik. Sevdiği işi yaptığı her
halinden belliydi. Kızgın güneşin altında, kalabalık bir ekip durmaksızın çalışıyordu.
Artık fotoğraflar konuşsun isterseniz.
Ve bir sürpriz dost. Eski Roma' dan bir antik köpek. Benimse olmazsa olmazım.
Bir diğer kazı. Bu kez gencecik zarif bir genç hanım arkeolog bize rehberlik etti.
Sponsorlarından birinin de Altınoluk Belediyesi olduğunu öğrendiğimiz bu çalışmalar bir kez
daha topraklarımızda ne muhteşem bir tarihi zenginlik barındırdığımızı gözler önüne seriyor.
İzlemek, tanık olmak çok heyecan vericiydi doğrusu...
Bu Blogda Ara
Contributors
Blog Listem
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Merhaba,6 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum9 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
Merhaba demeye geldim...10 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
TAŞINDIM...13 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
İzleyiciler
Yazı Arşivi
-
►
20
(5)
- ► Eylül 2020 (1)
- ► Ağustos 2020 (3)
- ► Temmuz 2020 (1)
-
►
17
(4)
- ► Nisan 2017 (1)
- ► Şubat 2017 (1)
-
►
16
(1)
- ► Şubat 2016 (1)
-
►
15
(1)
- ► Ağustos 2015 (1)
-
►
14
(16)
- ► Aralık 2014 (1)
- ► Eylül 2014 (2)
- ► Ağustos 2014 (1)
- ► Haziran 2014 (1)
- ► Mayıs 2014 (2)
- ► Nisan 2014 (4)
- ► Şubat 2014 (1)
-
►
13
(44)
- ► Aralık 2013 (3)
- ► Kasım 2013 (3)
- ► Eylül 2013 (6)
- ► Ağustos 2013 (3)
- ► Temmuz 2013 (1)
- ► Haziran 2013 (1)
- ► Mayıs 2013 (3)
- ► Nisan 2013 (7)
- ► Şubat 2013 (3)
-
►
12
(96)
- ► Aralık 2012 (2)
- ► Kasım 2012 (4)
- ► Eylül 2012 (16)
- ► Ağustos 2012 (7)
- ► Temmuz 2012 (5)
- ► Haziran 2012 (8)
- ► Mayıs 2012 (10)
- ► Nisan 2012 (14)
- ► Şubat 2012 (8)
-
▼
11
(179)
- ► Aralık 2011 (19)
- ► Kasım 2011 (38)
- ► Eylül 2011 (14)
-
▼
Ağustos 2011
(17)
- I'm A Fool...
- True Love
- Ohhh...Misss
- Jim Reeves ~ Distant Drums
- Platters - Smoke Gets In Your Eyes
- Yesterday 1966
- Jacques Brel - Ne Me Quitte Pas
- Herşey Onlar İçin...
- Hoşluklar
- Hoş Bir Etkinlik
- Bir Küçük Mesaj...
- Eskilerden bir Sezen şarkısı...
- Pilav ve Hoşaf
- O Mükemmel Hoşluk
- Üç İstanbul
- İki Hoş Bina, İki Keyifli Gün
- Antandros
- ► Temmuz 2011 (8)
- ► Haziran 2011 (14)
- ► Mayıs 2011 (11)
- ► Nisan 2011 (9)
- ► Şubat 2011 (10)
-
►
10
(152)
- ► Aralık 2010 (12)
- ► Kasım 2010 (12)
- ► Eylül 2010 (9)
- ► Ağustos 2010 (12)
- ► Temmuz 2010 (7)
- ► Haziran 2010 (12)
- ► Mayıs 2010 (11)
- ► Nisan 2010 (17)
- ► Şubat 2010 (11)
-
►
09
(186)
- ► Aralık 2009 (22)
- ► Kasım 2009 (22)
- ► Eylül 2009 (17)
- ► Ağustos 2009 (24)
- ► Temmuz 2009 (19)
- ► Haziran 2009 (20)
- ► Mayıs 2009 (20)
- ► Nisan 2009 (8)
- ► Şubat 2009 (5)
Müzik
Popüler Yazılar
-
"Hoş geldiniz hocam, ilk merhaba benden olsun diyor resimdeki güleç yüz. Hoşuma gidiyor “hocam” sözü. Demek yüksek sesl...
-
Son günlerde televizyonda izlediğim üç olay hem kızdırdı, hem şaşırttı beni. Üzerinde uzun uzun düşünerek içinden çıkamayacak hale gelince ...
-
Saat 16.00 Dışarıda yağmur yağıyor. Oda sıcak ve aydınlık. Radyoda Türk Sanat Müziği çalıyor. Yeni başladığım örgüm elimde. Kedim ...
-
Fotoğraflar her sabah hiç aksatmadan ormanda yürüyüşe çıkan eniştem Ekrem Yaşar' a aittir. Bu yürüyüşlere özellikle aç hayvanlara her ...
-
Çok şey öğretti bu son on beş gün bana. Gündelik yaşamın, sıradan işlerin, anlamsız konuşmaların, sebepli sebepsiz gülüşlerin, ru...
-
Biraz umut kırgın gönüllere, biraz ışık fersiz gözlere, biraz teselli yaslı ailelere, biraz güç yorgun vücutlara, biraz neşe gülmeyi unutan ...
-
Nevin Rauf Konya' da yaşayan bir genç kızdır. Annesi babası bir kazada öldüğü için zengin yaşlı bir uzak akraba himayesinde liseyi bitir...
-
Bu güne kızgınlığı arttıkça geçmişin sığınağına çekiliyor insan. Birkaç saatliğine de olsa. Yoksa nefes almak güçleşiyor. Bu sabah, öy...
Etiketler
- 2010
- 2011
- 27 mayıs İhtilali
- 7 numara
- ABD
- abla
- acemilik
- açlik
- Adıyaman
- afet
- ağabey
- ağaç
- Ağustosta Rapsodi
- aile
- akraba
- akrostiş
- akşam
- Albatros
- alış-veriş
- alışkanlık
- alışveriş
- alışveriş tutkusu
- Ali Muhittin Hacı Bekir
- Alphonse de Lamartine
- amatörlük
- anı
- anılar
- anılar...
- anlaşma
- anlayış
- anma
- anne
- anneanne
- anneler günü
- Antalya
- apartman hayatı
- arayış
- arıza
- Arka Pencere
- arkadaş
- armağan
- aşı
- aşk
- aşure
- Atatürk
- ateş böceği
- atom bombası
- Attila İlhan
- ATV
- ATV şarkı
- Avustralya Açık Tenis
- ayaz
- ayrılık
- aziz nesin
- B.Necatigil
- baba
- Babalar Günü
- bahar
- bahçe
- balkon
- banka
- Barbra streısand
- barış
- başarı
- başlangıç
- Baudelaire
- Bauelaire
- Bayrak
- bayram
- Beatles
- bebek
- bekir sıtkı erdoğan
- beklentiler
- BEN
- beste
- beşiktaş
- Betty Smith
- beyaz dizi
- beyaz diziler
- beyaz roman
- Bhagavatgita
- bilgisayar
- Bir genç kız Yetişiyor
- Bir sarkısın sen
- Bir Şarkısın Sen
- birlik ve beraberlik
- birliktelik
- bitki
- biyografi
- blog
- blogger
- börek
- Buddha
- bugün
- bulmaca
- buluşma
- buzdolabı
- Bülent Ecevit
- Cahit Sıtkı Tarancı
- can yücel
- Capra
- cehalet
- centilmen
- cesaret
- cevaplar
- cezerye
- cinayet
- cocuk
- cocuk.
- cocukluk
- Cronin
- Cumhuriyet
- Cüneyt Gökçer
- çalışma hayatı
- çaresizlik
- çay
- Çığlık
- çınar
- çiçek
- çiçekler
- çiğ
- çocuk
- çocuklar
- çocukluk
- çöp
- dalgınlık
- Daltonlar
- damat
- Damdaki Kemancı
- dans
- davetiye
- dayak
- dedikodu
- Defne Joy Foster
- demirhindi
- deneyimler
- deniz
- deprem
- dergi
- destan
- dilek
- dilekler
- dinlenme
- disko kralı
- diyet
- dizi
- doğa
- doğallık
- doğum günü
- dolap
- Doris Day
- dost
- dostluk
- dostluk.
- dostlulk
- duygular
- düğün
- dül dül
- dünya
- dünya kadınlar günü
- Dünya Prematüre Günü
- düşmanlık
- düşünceler
- düşünceler.
- Ecevit
- edebiyat
- Edgar Allan Poe
- Ekim
- Ekrem Bora
- Elazığ depremi
- emek
- emekli
- eminönü
- Emirgân
- Engelliler
- ephraim kishon
- erişkin
- erişlilmezlik
- erkek
- eski yıl
- eşek
- eşyalar
- etiket metiket yok
- Etkinlik
- eve dönüş
- evlat
- Ey Aşk Nerdesin
- eylül
- ezan
- Ezel
- Fakir Baykurt
- fal
- fanatizm
- Farrah Fawcett
- fasulye
- felaket
- felsefe
- fenerbahçe
- fırtına
- Fikret Otyam
- film
- filozof
- final
- Firari
- firuze
- fono
- formüller
- fotoğraf
- Frank Sinatra
- Futbol
- gazanfer özcan
- gece
- geçim
- Geçmiş
- geçmişten şarkılar
- gelecek
- gelin
- genç kız
- gençlik
- gerçek
- geyik
- gezi
- gezinti
- giden sene
- Gitanjali
- giysiler
- Govinda
- gökkuşağı
- göl
- gönülçelen
- gösteri
- göze çarpmayan debdebe
- gözyaşı
- Grace Kelly
- grizu
- gül
- Gülümse
- gün batımı
- güncel
- güneş
- Güneydoğudan öyküler-Önce vatan
- Günlük yaşam
- güven
- güz
- güzellik
- güzellikler
- haber
- haberler
- Hacer Buluş
- Hacivat
- hafta sonu
- hak
- hala
- harika çocuklar
- hasta
- hastalık
- hayal kırıklığı
- Hayali Küçük Ali
- hayaller
- hayat
- hayvan
- hayvanlar
- hayvanlar alemi
- hazan
- hediye
- Herman Hesse
- hiciv
- Hindistan
- Hiroşima
- Hitchcock
- hobby
- Hollywood
- hoptirinam
- hoşgörü
- hoşluklar
- http://www.blogger.com/img/blank.gif
- huzur
- hüsran
- hüzün
- ıhlamur ağacı
- ışık
- ibadet sohbet
- içimizdeki çocuk
- içtenlik
- iftar
- ihmal
- İhsan Varol
- ikiyüzlülük
- ikram
- ilaç
- ilginç şeyler
- ilişki
- ilkbahar
- ilkokul
- İlkokul şiiri
- İnci Ertuğrul
- İngilizce
- insafsızlkık
- insan
- insan halleri
- insan olmak
- insanlık
- intikam
- İslamiyet
- istanbul
- isyan
- İş Bankası
- işçi
- iyilik
- Jacques Brel
- James Stewart
- Japonya
- Jean Moreas
- Jim Reeves
- kabuk
- kadın
- kadınlar
- kahvaltı
- kahve
- kalıplar
- kalite
- Kamer Genç
- kan verme
- Kandil
- kaplumbağa
- kar
- Karagöz
- karanfil
- karanlık
- kardeş
- karışık duygu ve düşünceler
- karmaşa
- katiam
- kavafis
- kayıp
- Kayserispor
- keder
- kedi
- kediler
- Kelime oyunu
- Kemal Burkay
- kerpiç
- keşke
- keyif
- kıskançlık
- kış
- kız kardeş
- kızkardeş
- Kim Novak
- kiracı
- kishon
- kişisel
- kitap
- koka kola
- kolbastı
- komedi
- komik
- komşu
- komşuluk
- konser
- konut
- korku
- Korolar çarpışoyor
- koşullu refleks
- köpek
- kuaför
- kupa
- Kurban Bayramı
- kuyruk-bilim
- kültürel mozaik
- Lale
- latife hanım
- lezzet
- lisan
- lise
- Liz Taylor
- maneviyat
- manzara
- Marsel İlhan
- masal
- masumiyet
- maymun
- mazi
- meclis
- medya
- Mehmet Topuz
- mektup
- merasim
- Mevlana
- mevsimler
- Meyva Zamanı
- Michael Jackson
- mim
- misafir
- misafirlik
- Misak- ı milli
- mizah
- Montaigne deneme
- moral
- Mr. Smith
- muhabbet
- Muhabbet Kralı
- Muhammed
- muhasebe
- Murathan Mungan
- mutfak
- Mutfak şarkıları
- mutluluk
- Müge Anlı
- müzik
- müzik nostalji
- Nagazaki
- Nazım Hikmet
- nefret
- nekahat
- Nirvana
- Nisan
- Nişan töreni
- Noktürn.
- nostalji
- okan bayülgen
- olay
- olgunluk
- on line alışveriş
- ordan burdan
- Orhan Kemal
- Orhan Veli
- orman
- oruç
- otobüs
- otokontrol
- oyun
- ozan
- ödül
- öfke
- öğrenci
- öğretmen
- Öğretmenler günü
- ölüm
- ölüm yıldönümü
- ömür
- öykü
- Öykü Atölyesi
- özgüven
- özlem
- Paçoz
- Paçoz..
- Paris
- pasta
- paylaşım
- paylaşmak
- pazar
- pazar alışverişi
- pazar günü
- Pazar sohbeti
- pembe dizi
- pencere
- Piknik
- pişmanlık
- plan ve programlar
- planlar
- plasebo
- Platters
- polis
- popülizm
- program
- programlar
- radyasyon
- radyo
- Ramazan
- Ramazan davulu
- Red kit
- reklamlar
- resim
- resmi bayramlar
- Reşid Behbudov
- Rilke
- rin tin tin
- Roland Garros
- roman
- romantik
- romantizm
- röportaj
- ruh yorgunluğu
- ruhat mengi
- rüya
- saat
- sabah
- sadakat
- Sadettin Kaynak
- safiyet
- Sağanak
- sağlık
- sahur
- Samana
- samimiyet
- sanal
- sanat
- sanatçı
- sanatkar
- Saroyan
- Satürn
- schumann
- sebze
- seçkin
- seçme saçma sohbetler
- sel
- Selimpaşa
- Selmi Andak
- sergi
- sevdiğim şeyler
- sevgi
- sevgi soysal
- sevgili
- sevgililer günü
- sevinç
- seyahat
- seyirlik
- Seyyare
- Shakespeare
- Show TV
- sıcak
- sıkma
- sıradanlık
- Sidarta
- Sigara
- simit
- sinema
- sipariş
- sis
- soğuk
- sohbet
- sonbahar
- soru
- sorular
- spiker
- star
- still life
- su yücel
- suikast
- şablonlar
- şafak
- şans
- şarap
- şarkı
- şaşkınlık
- şeker
- Şeker Bayramı
- şerbet
- şermin
- şiddet
- şiir
- şikayet
- tabak
- tabletler
- tagore
- tanışma
- tansiyon
- tantuni
- tarif
- tartışma
- taşınma
- tatil
- tedavi
- teknoloji
- telaş
- telefon
- televizyon
- temizlik
- tenis
- tenis turnuvası
- terlik
- tevfik fikret
- Tırpan
- tiyatro sahne
- tokat
- toplantı
- Tövbeler Tövbesi.
- Transfer
- tren
- TRT
- TSM
- Ttv
- Tuna Huş
- tutsak
- tuvalet
- tüketim
- Tülin Oral
- Türkan Saylan
- türkü
- TV
- Uğur Mumcu
- umut
- unutma
- uyku
- Üç Hür El
- ülke meseleleri
- ümit
- üretmek
- ütü
- vahşet
- vakit
- Vasuveda
- vatan
- William Holden
- William Wordsworth
- Wimbledon
- yağlıboya resim
- yağmur
- yalnızlık
- yaprak
- yarışma
- yaşam
- yaşlılık
- yatak
- yaz
- yeğen
- yeğenlerim
- yeme-içme
- yemek
- yemekteyiz
- yeni yıl
- yeni yıl kartları
- yesterday
- yıl dönümü
- yılbaşı
- yıldız
- yıldönümü
- yoksulluk
- yol
- yolculuk
- yolculuk.
- yorgünluk
- Young at Heart
- yönetici
- yün
- yürüyüş
- zaman
- Zeki Müren